8 Aralık 2010 Çarşamba

sanat ve politika ya da insan ve çok yüzlülük

z. her şey politiktir…



ç. politika iktidara gönderir. bu onun karanlığıdır. ya da, politika, insanın iktidarla ilişkisi ya da ilişkisizliğidir. bu insanın karanlığı ya da aydınlığıdır…



ğ. iktidar, onaylanmayı sever. tıpkı insan gibi. bu yüzden ‘kıyı’, verilecek onayla her an merkez olabilir. başka bir deyişle bir eylem olarak kaçış çizgisi çizen insan, gittiği kıyı’da onaylanınca iktidara dönüp ona eklemlenebilir. bu bir “kapma aygıtı” olan iktidarın cazibesi, insanın karanlığıdır…



j. sınır, yorgunluktur. iktidar’sız’lık yaratır. sindirilememiş yorgunluk her seferinde iktidarın sesinin biraz daha fazla duyulur olmasını sağlar. insanın ve iktidarın sesinin karanlığı bir eylem olarak sınırda durmayı ve bu sese direnmeyi aşındırır…



m. eğitim, koşarken iç kulvara yaklaşma eğilimi kazandırmaktır atlara. dış kulvar: sınır; j ’nin ilk cümlesi…



x. sanat(çın)ın varsa görevlerinden biri insanın karanlıklarıyla uğraşmaktır…



ü. iktidar hizaya getirici malum kurumlarıyla direnir: okul, akıl hastaneleri, askeriye, polis….bu kurumlar soyut değil somuttur. bu somutluk insandan gelir. bu yüzden eklemlenmiş insan bazen bu kurumlara yaslanıp onun sesiyle konuşarak, direnmekten ve böylece kendi açmazıyla yüzleşmekten kaçabileceğinden, gönüllü bir çabayla bizzat iktidarın motoru haline gelebilir…



w. tarih, çölünden dönüp iktidarın motoru olanların öyküleriyle doludur…



b. kendi kendisini sürgüne gönderen bir pul koleksiyoncusu kuruyorum…



p. bir ‘salınım’ olarak ‘oluş’u kabartan bir sanat !..



t. “kendisini uydurmak zorunda kalan benlik kendini kısaltır…” demişti m. blanchot. eklemek gerekir iktidar üreten, taşıyan, bir politika da özneyi kısaltır…



n.“pürtüklü zemin”e kale’sini kuran iktidarla tek derdi o iktidarı ele geçirip kendi ‘o’ olmak isteyen bir politikayla, sanatın yanyanalığı?..iktidarın “pürtüklü zemin”inden bir eylem olarak kendini kaçıran sanat!..



ş. yersiz yurtsuz’luk; sınırda’lık; gönüllü sürgün’lük; göçebe’lik üreten bir politika mümkün müdür?..



u. her tür yalnızlığı göze alan ve “oda loştu, karanlık olmasından kaynaklanmıyordu bu durum: ışık çok görünür hale gelmişti, artık aydınlatmıyordu” diyen m. blanchot çok iyi biliyordu sürekli muhalefetin anlamını…



r. iktidar yapısı gereği tutucudur. yani iktidar düşleyen aydın(lık)(!), zemin değişince hızla karanlıklaşabilir!..



a. insan tehlikeli bir hayvandır!..





uygar asan



12 Kasım 2010 Cuma

"dağınıklar kenti"nin kaba montajı tamamlandı...




"dağınıklar kenti"nin kaba montajı tamamlandı; şu an için 130 dakika.
daha yapılacak çok iş var, çalışma henüz olması gereken ritminden çok uzak;
adı üzerinde kaba montaj...













2 Ağustos 2010 Pazartesi

DAĞINIKLAR KENTİ'nin çekimleri tamamlandı (the shooting of CITY OF THE SCATTERED has just finished)










sezgin cengiz

foto: cengiz güleryüz



dağınıklar kenti(city of the scattered)

sezgin cengiz

umur ozan

aslı turan, tolga iskit

nurşin durmaz, alp giritli


özgür öksüz, sibel günsür, nilgün günsür


elif özsüt, hamza güzel, çağlar tüfekçi, cengiz güleryüz,

umut altunordu, rıdvan algül, remzi pamukçu

m. faruk denli, aram kılavuz, kenan varol











sezgin cengiz & umur ozan

foto: cengiz güleryüz


cast

sezgin cengiz & uygar asan

set & afiş foto (stills)

cengiz güleryüz

yönetmen yardımcısı (director's assistant)

aram dildar

kostüm (costume)

anita sezgener

yürütücü yapımcı (executive producer)

anita sezgener

ses (sound)

gökhan güçtekin & uygar asan

sanat yönetmeni (art director)

gökhan güçtekin

kurgu (editing)

uygar asan

görüntü yönetmeni (director of photography)

uygar asan

yapımcılar (producers)

anita sezgener & uygar asan

yazan & yöneten(written & directed by)

uygar asan



13 Mayıs 2010 Perşembe

"düğüm" cinema city film ve medya festivalinde...


"düğüm" sırbistan'ın novi sad şehrinde
her yıl 5-12 Haziran 2010 tarihleri arasında gerçekleştirilen cinema city film ve medya festivalinde.

festivalin yarışmalı üç ana bölümü bulunuyor; uluslararasi, ulusal ve düğüm’ün de yarışacağı “bütçesi 10.000 $’dan az olan işler” bölümü.

novi sad, uluslararası festivaller özelinde istanbul, ankara ve yeni delhi'den sonra "düğüm"ün dördüncü durağı...



sezgin cengiz (düğüm)


ayrintilar için:

http://eng.cinemacity.org/view_film.php?id=47&year=

http://eng.cinemacity.org/up-to-10000-bucks-selection-presents-16-films.393.htm


11 Mayıs 2010 Salı

sinema ve ece ayhan


“ Sinema çalışıyorum”. (1)

“ Ne yapayım sinema peşimi bırakmıyor”. (2)


a1.

yüz yıllık sinemayla üçbin yıllık şiir bir düğünde karşılaşsalar… andrei tarkovski’nin stalker’ı, alexander sokurov’un ana ve oğul’u, theo angelopulos’un ulyyses’in bakışı, robert bresson’un rasgele balthazar’ı…ne söyler şaire?

tersten gelelim: bakışsız bir kedi kara, dünyanın en güzel arabistanı, ait’siz kimlik kitabı,

ölü kitap, insan aşklarının külüdür, uzaklarla giyinmek…ne söyler sinemacıya?

birbirlerini dinleyeceklerinden bile kuşkudayım. yani ortada - sinemacıların daha çok kayıpta olduğu- ne yazık ki düğün falan yok. bütün bu söylediklerimi klasik müzik odağında her iki alan için de söyleyebiliriz. webern, varese, nono, xenakis, arel, cage, mimaroğlu, sinangil, usmanbaş ne söyler acaba sinemacılara ve şairlere.


a2.

şairin sinemaya gidişi söz konusu olunca türkiye’de yukarıdaki genellemenin dışına çıkan

üç büyük isim vardır: izzet yasar, mustafa ırgat ve ece ayhan. ilk iki şairin birer sinema kitabı da vardır.

anlaşılacağı üzere kişinin arada bir şiir okuması ya da sinemaya gitmesi değil; etkilenmek, üzerine şiir(ler), yazılar, kitaplar yazmak, filmler çekmektir kastedilen.


b1.

ece ayhan, sinema konusunda bir kitabı olmasa da baştan beri sinema üzerine çok

ciddi düşünen bir şairdir. yeni sinema dergilerinde, denemelerini topladığı kitaplarında

ve günlüklerinde bunun izini sürmek oldukça kolay.

peki, ne tür bir sinema anlayışından bahsediyoruz ece ayhan deyince. ilk anda soruyu şöyle yanıtlamak mümkün: bireyi bütün çıplaklığıyla yakalayan, onu diğerleriyle ve devletle çarpıştıran, etik ve tarihe sokulan sinemadır ece ayhan’ın ilgilendiği.

tıpkı şiirinde peşine düştüğü gibi.

b2.

ece ayhan’ın sinema yazılarının en eskileri sonradan denemelerine de alınan “yeni sinema”

dergisinde yayımladığı yazılar. yazıların başlıkları bile bir fikir verebilir bize: ”nazım hikmet ve sinema”, “sinema ve şiir”, “simurg” (hisar kısa film şenliği zamanında yazdığı bu yazıdan kısa film(ci)leri de yakından takip ettiği anlaşılıyor. dönemin kısa filmcilerini simurg’a benzetmiş denemesinde ayhan. sahi o otuz kuştan kaf dağına kim(ler) varabildi…),

“türk sineması üzerine soruşturma” .(3)

bu yazıların yanı sıra denemeleri ve söyleşilerinde ece ayhan’ın sinemayı ne denli yakından takip ettiğini gözlemlemek mümkün.

ece ayhan özellikle fransız sinemasını (jean vigo- özellikle “hal ve gidiş sıfır” ,

j.l. godard, truffaut…)(4), gerçeküstücü sinemacı bunuel’i , italyan sinemasını (bertolucci, visconti, de sica, pasolini, fellini) iyi bilmektedir. tarkovski de bu listeye eklemeli şüphesiz.

ece ayhan’ın bu ilgisi bir dönemle de kısıtlı kalmamıştır. bu anlamda yakın dönemden örneğin jim jarmush ismini özellikle anmalı. gülin tokat’ın ece ayhan’la yaptığı, “sıkı sinema, sıkı şiir” başlıklı söyleşi de şöyle diyor ece ayhan: “Jim Jarmush’un Türk sinemasında bir karşılığı olsun isterdim. Öyle filmler çekmek için pek büyük paralar da gerekmiyor”.

ece ayhan, aynı söyleşide türk sinemasındaki karekter sorunundan, sıkı sinemanın taşıması gereken çift anlamlılığından da bahsetmektedir. (5)

ece ayhan’ın üzerinde özellikle durduğu nitelemelerden biri olan “sivil şiir”, yine bir başka sinemacı olan p.p.pasolini’nin roma’daki sinema okulunda verdiği derslerde ilk kez kullanılmıştır.(6)


c.

son olarak şu soru sorulmalıdır: ece ayhan şiiri denilince bu şiire sinemadan esinler, geçişler, izler, aktarımlar gerçekleşmiş midir ?

“ Marsilya ( Bana Marsilya’da artık tavla da oynanıyor gibime geliyor. Ermeniler)

Akdenizin batısında bir Marsilya limanlığı. Kale.( Hekim, hastabakıcı, hemşire de.).

Arthur Rimbaud’nun ( onaltı yaşında, üç demiryolcu tarafından ırzına geçilmiştir ) Afrika’da, Etiyopya’da yükseklerde dağlarda davul gibi şişen sol bacağını kökünden kesmişlerdir. Ateşler içinde yatıyor “……

yukarıdaki parça ece ayhan’ın “morötesi requiem” inin (7) hemen açılışındadır. çabucak görülecektir ki burada genel planlardan ayrıntı planlara, geri dönüşlere (flashback) kadar uyguladığı yöntem açıkça sinemadır.

ya da plan plan akan şu dizeler:

”Esrikmiş herhal bahçe bahçe çiçekleri olan ablam / çiçeksiz bir çiçekçi dükkanının önünde durmuş / tüllere sarılı mor bir karadağ tabancasıyla / zakkum fotoğrafları varmış Cezayir menekşeleri camekanda” (8)

ya da tam bir kısa film olan şu şiir :

İki keşiş; külleri karıştırıyorlardı: Avluda dikelmiş duran çocuğa bakıyorlar ve aralarında konuşuyorlardı :

- Saçları uzadığı zaman bu çocuğa tapılır!

Baş keşiş:

- Geceyi birlikte geçirelim, diyor.

Çocuk şaşırmış, kekeliyor.

Baş keşiş ona altın bir cep saati armağan etmek istiyor.

Çocuk:

-Olmaz diyor ve o gece hiç uyumuyor.

Ertesi sabah avluda rastladığı bir keşiş ona:

-Saatin kaç? Olduğunu soruyor. (9)

yukarıdaki örneklere rağmen sinemanın ece ayhan şiirine etkisi konusunda genelleyici bir cümleye varmak konusunda acele etmemek kanısındayım. bu aktarımın yer yerliği dikkat çekicidir çünkü.

ece ayhan şiirinde imge ve bu imgenin farklı bir yaratıcılıkla sık sık bir ikinci imgeyle birleşip katlanışı ve bu katlanmış imgenin yarattığı ritim ve ses gözden kaçırılmamalıdır.

ece ayhan şiirinde katlanmış imgelerin ritmi ve sesi söz konusu olunca da bu şiirde yakalanabilecek görsellikler yerini daha çok müziğin ön plana çıkacağı bir zemine bırakacaktır. özellikle de alban berg ve anton webern’e.

bu da başka bir yazı konusudur.


uygar asan, 2006


(1). 7 0cak 1969, “ Hoşçakal ”, İlhan Berk’e mektuplar, Y.K.Y.

(2). 26 Ocak 1969, “ Hoşçakal ”, İlhan Berk’e mektuplar, Y.K.Y.

(3). Toplu olarak ilkin 1984 yılında “Yalnız Kardeşçe” adlı kitabına alınan bu denemelerine “Türk Sinema Tarihi”, Şairin Bir Altın Çağı, Y.K.Y., 1993, s.91,

“Türk Filmleri Sözlüğü”, Şairin Bir Altın Çağı, Y.K.Y., 1993, s.94,

“Yılmaz Güney Kitabı”, Şairin Bir Altın Çağı, Y.K.Y., 1993, s.96,

“Luchino Visconti”, Şairin Bir Altın Çağı, Y.K.Y., 1993, s.99,

”Naki Turan Tekinsav’la Söyleşi”, Şairin Bir Altın Çağı, Y.K.Y., 1993, s.280 ’

gibi deneme ve söyleşiler de eklenebilir.

(4).1994 yılında Niyazi Zorlu’nun yaptığı bir söyleşide Ece Ayhan, İkinci Yeni’nin bu Visconti’yi de ekleyerek bu isimlerden de çıktığını söyleyecektir.

Sivil Denemeler Kara, Y.K.Y., 1998, s.10

(5). Aynalı Denemeler, Y.K.Y., 1995, s.22

(6). Sivil Denemeler Kara, Y.K.Y., 1998, s.33

(7). Mor Ötesi Requiem, Y.K.Y.,1997, s.6

(8). Kınar Hanımın Denizleri, “Fayton” şiiri, 1959, Yeni a yayınevi

(9).Zambaklı Padişah, “(BALABAN ONU BESLEMEDEN ÖNCEDİR).” şiiri

1981, Tan yayınları


( yukarıdaki yazı, POeLİTİKA, Ece Ayhan, kitabında yayımlanmıştır.

Hazırlayan: Eren Barış, Ortadünya yayıncılık, ekim 2007 Ankara)



10 Mayıs 2010 Pazartesi

1995'den iki yazı


kısa film: sağ kalma alanımız

uygar asan


Julio Cortazar öykü ve romanı bir yazısında boksa benzetmişti.

Roman diyordu, puan ala ala kazanır, öykü nakavt etmek zorundadır.

Sinemaya taşıyorum bu benzetmeyi: Uzun metraj puan ala ala kazanır,

KISA FİLM NAKAVT ETMEK ZORUNDADIR.

Genelde sanat, özelde sinema ve giderek kısa film sağ kalma alanımız.

Yaşamın anlamı buradan (tam içinden) kurulacak cümlelerle yakalanacaktır.

Sinema dilini kurmak için bir alıştırma alanı değildir kısa film.

İnsanlara doksan dakika anlatacak bir şeyi olanları (herkesi değil!)

saygıyla selamlayacağız. Ama biz sözümüzü hemen ve kısaca (yoğunluğuyla)

söyleyeceğiz.

Siz Pazar yerinde dibinden geçtiğimiz, siz aynı otobüste yolculuk yaptığımız,

gerçekte gidecek yeri olmayan ve sürükleyip duran sinirden şişmiş damarlarını;

Ece Ayhan’dan yola çıkarak söylüyorum: Babalar, babalıktan çekilmeyi

hiçbir zaman kabul etmediler. Bize düşen evlatlıktan çekilmektir.

Evlatların evlatlıktan çekilme alanıdır kısa film. Oluş’tur sığınmayı reddederek.

Şunu söylemişti bir yerlerde Stendhal: “Güç kanın sıkıştığı yerdedir”.

(yayımlandığı yer: Antrakt Dergisi, “Kısa Film” adlı ek dergi, Ekim 1995, Sayı: 1)






ŞİİR-KISA FİLM

İKİNCİ DENEME

Uygar Asan


Çok değildir ama yine de rastlanılır şu başlıklara: Şiirsel sinema; Şairler ve sinema.

Ne yazık ki bunlarda konusunu didik didik eden oylumda değiller, en azından

Türkçe’de. Bir yöntem araştırması için şiire yaklaşma (kısa film odaklı) ise hiç söz konusu edilmedi galiba.

Kısa film dergisinin ilk sayısında yayımladığım ilk yazımda şunu söylemiştim:

Kısa film nakavt etmek zorundadır.

Yöntem araştırması adına şiire bakıp ikinci bir cümle kurmaya çalışacağım

burada (Özellikle kısa şiire yönelerek).

Bilinir kısa şiir yazmak zordur (her has sanat yapıtı içinde söylenebilir bu,

ama merceğin altında kısa şiir var şimdi)

Burada seçtiğim örnekleri kısalığı ile zıt bir derinlikte olanlar.

Civa yoğunluğunda ve şiir adına coşku verici olanlar.


(1715-17839 Yılları arasında yaşamış olan Japon şair Tanuguçi Buson’dan

ilk örneğimiz.

ÜRPERME

Birden bir ürperme

odamda ölmüş karımın

ayağıma takılan tarağı


Bir başka örnek (1888-19709 Yılları arası yaşamış Guiseppe Ungaretti’den

SONRASIZ

Biri koparılmış öbürü verilmiş iki çiçek

arasındaki

o anlatılmaz hiçlik


Ve son örneğimiz 1914 doğumlu İlhan Berk’ten

AĞIZ

Kan içindeydim, ağzım ordaydı.


Onlarca imgeyi, öyküyü ardında saklayan şiirler bunlar. İlhan Berk günlüğünde şunu yazıyor: Ses şiiri üstünde çalışıyorum yine. Bu sabah iki dize attım. Böylece atılan dizeler dört oldu. Ses tamamdır. (Berk, kısa şiir için söylememiş sadece bunu, genel şiir anlayışı bu.) Şiirde ritmin, yoğunluğun oluşturulması için kaçınılmaz uğraş. Ulaşılan sonuç altın bir denge, bir kelimenin atılması ya da değiştirilmesi şiirin yalpalaması olacak. İşte kısa filme taşınılması gereken bu yöntem olacak. İlhan Berk’in işaret ettiği anlamda.

Gevşeklikten uzak ritmi oturmuş, kısaca sıkı örülmüş bir sinema. Eksiltilerek oluşturulmuş bir yaratı. Yoğun fazlalıksız, nakavt eden. Şimdi ikinci cümlem:

Kısa film eksiltilerek yaratılır. Ve bu bir matematik işlemi değildir.

(yayımlandığı yer: Antrakt Dergisi, “Kısa Film” adlı ek dergi, Kasım 1995, Sayı: 2)



not:

yukarıdaki iki yazı, 7 subat 1995 yılında yayımladığım "tarkovski'den kalan" adlı ve tarkovski'nin "zaman zaman içinde" adlı kasım 1994 yılında ilk kez türkçeye çevrilen kitabı üzerine yazıp yayımladığım yazıyla birlikte benim ilk sinema yazılarımdan (belki ileride onu da bu bloga alırım).

ayrıca “Kısa Film”in birinci sayısında benim ilker canikligil ile onun kısa filmi “ağaç” dolayısıyla yaptığım ve başka konulara da uzanan bir söyleşim yayımlanmıştı. kafamdaki ikinci ismin nur akalın olduğunu hatırlıyorum. ne yazık ki “Kısa Fim” adlı ek dergi kısa ömürlü oldu ve ben söyleşiyi yapamadan kapandı.

yukarıdaki iki yazıya ek olarak bu serinin bir üçüncü yazısı daha vardı, üçüncü sayı için orjinalini artun’a teslim etmiştim, o günlerde antrakt dergisinin bürosunda kayboldu, bende de herhangi bir kopyası yoktu yazının. şimdi ne yazmış olduğumu kabaca bile hatırlamıyorum.

bu iki yazıyı kendi bireysel tarihime işaret etmesi anlamında önemsedim ve yazılardaki imla hatalarına bile dokunmadan yayımlandıkları şekilde buraya almak istedim.



21 Nisan 2010 Çarşamba

haiku senaryo


...chris marker’a


sahne 1.

gün- sabah / dış / kır

Sessizlik , kuşun biri

Dökülmüş yaprakların üstünde

Geziniyor , başka çıt yok


sahne 2.

gün – sabah / dış / kır

Söğütteki kelebek

Rüzgarın her esişinde

Yerini değiştiriyor


sahne 3.

gün – sabah / dış / kır

Uçan bir ateşböceği !

“ Bak bak şurada ! “ diyecekken

Yanımda kimseyi göremiyorum


sahne 4.

gün-akşamüzeri / dış / kır - eve giden yol

Sararmış çayırlar içinden

Tutturmuşken evin yolunu

Akşam çöküyordu ortalığa


sahne 5.

gün – akşam üzeri / dış / ev - eve giden yol

Fırtına geldi işte :

İçi boş bir

Sümüklüböcek kabuğu


sahne 6.

gün – akşamüzeri / dış / kır - eve giden yol

Evin birinde

Bir hıçkırık

Dışarıda davullar


sahne 7.

gece / iç / ev - oda

Birden bir ürperme

odamda , ölmüş karımın

ayağıma takılan tarağı


1.Ryushi , 17. yy

2.Basho , 17.yy

3.Ryoto , 18. yy

4.Mokudo , 17. yy

5.Shigeji , 19.yy

6.Shiki , 19.yy

7.Buson , 18.yy


not 1:

bu senaryonun her sahnesi 5+7+5 ölçülü 3 satır olan haiku’ya paralel olarak

toplam 3 plan olarak çekilecektir.

ve her sahnenin 2. planları 1 ve 3 ‘den 2 birim uzun olacaktır.


not 2:

yukarıdaki haiku senaryo

"no" edebiyat sanat seçkisi

bahar sonu 2007 tarihli 1. kitap’da yayımlanmıştır.



evden ayrılırken alınması gerekli 13+1 film


1. werner herzog, yeşil karıncaların düş gördüğü yer

2. nina menkes, queen of diamond

3. alain tanner, beyaz şehirde

4. tasi ming liang, yaşasın aşk

5. bela tarr, satantango

6. jon jost, uyuduğun yatak

7. theo angelopoulos, arıcı

8. andrei sokurov, ana ve oğul

9. krzysztof kieslowski, aşk üzerine küçük bir film

10. buruno dumont, insanlık

11. akira kurosawa, rashamon

12. michalengelo antonioni, passenger

13. ingmar bergman, sessizlik


13+1.

ve her zaman andrey tarkovski, stalker



yukarıdaki listeyi ne zaman hazırladım tam hatırlamıyorum açıkcası,

usta gördüklerime selam göndermişim belli ki.

başka bir bakış açısıyla başka bir liste çıkardı şüphesiz,

örneğin:


1. helen, christine molloy & joe lawlor

2. innocence, lucile hadzihalilovic

3. oasis, lee chang-dong

4. japon, carlos reygadas

5. los bastardos, amat escalante

6. morvern callar, lynne ramsay

7. red road, andrea arnold

8. sinema, aspirin ve akbabalar, marcelo gomes

9. songs from the second flor, roy andersson

10. happiness, todd solondz

11. le fils, jean-pierre & luc dardennne

12. me and you and everyone we know, miranda july

13. cafe lumiere, hou hsiao-hsien

13+1. gerry, gus van sant


seviyorum aslında bu tarz listeleri;

biliyorum, sonu yok…


26 Mart 2010 Cuma



2010 yılı itibariyle “dağınıklar kenti” adlı yeni projemin

hazırlıklarını sürdürmekteyim.

görünen, ancak 2011’in ilk aylarına tamamlanabileceği;

malum, hayat işte!….

25 Mart 2010 Perşembe

eskilerden 2 sinema yazısı



“ sibirya’ dan mektup “ * ya da bir sinema dersi ...

a.

chris marker** gibi bir sinemacı yapıtının ismine “mektup” sözcüğünü ekliyorsa ve bu mektubu sibirya’dan bizlere gönderiyorsa bu yapıt üzerine düşünmeye bu başlıktan başlamak gerekiyor.

mektubun iletişim potansiyeli ilk anda söylenebilecek olan şey.kim evde kendisinin seyretmesi için filmler yapar ki, evde sadece kendim seyredeceksem neden onca zahmete katlanayım ; fikri kafamda yaşar, tüketir ve bir başka fikre geçerim.

marker iletişim kurmak istiyor, bu kesin.

ikinci olarak söylenecek şey mektup sözcüğünün bizleri -yapısı gereği - sözcüklerin dünyasına göndermesidir.

sinema dilini kullanmayı seçmiş bir sinemacı neden bizi sözcüklerin dünyasına göndermek istesin !...yapıtın doğum sürecinin ilk aşaması olan ve henüz sözcüklerin dünyasında dolaşarak yapılan ön çalışmanın altını kalınca çizmek marker’ın derdi ...

kişisel bir yorum, ama cevabım bu : bir yapıtın taşıyacağı ideoloji ve dolaşacağı derinlik henüz sözcüklerin dünyasında olduğumuz o ilk anlarda kurulacak.

üçüncü olarak, neden bu mektup sibirya’dan gönderilmiştir?.. ikinci dünya savaşı sonrası batıda komünizm karşıtı düşünceler oluşturmak ve kapitalizme üyelikleri uzatmak için sovyetler birliğine karşı yoğun bir yıpratma kampanyası başlatıldı : sovyetler birliği öyle bir yerdi ki (!) orada kimse mutlu değildi(!), kimse istediğini rahatça söyleyemiyordu(!) , kimse özgürce seyahat edemiyordu(!), sisteme karşı aklınızdan bile bir düşünce geçirseniz sibirya’yı boyluyordunuz(!)...

bir sinemacı olarak çok sade bir soru soruyorsunuz : gerçekten durum bu mu, bu sovyet karşıtı propaganda içinde doğruluk payı var mı yoksa tümden uyutuluyor muyuz ?

edward said’in altını çizdiği anlamda entelektüel bir sinemacıdan bu anlamda nasıl bir çalışma gerçekleştirmesini bekleriz?..

godard’ın ne zaman nerede söylediğini hatırlayamadığım cümlesini daha da genişleterek

aktaralım : kamerayı koyduğumuz yer, objektifin yerden yüksekliği, kurduğumuz çerçeve,

bütün kamera hareketleri, çok genel bir ifadeyle ‘neyi nasıl söylediğiniz’ bir ahlak problemidir.***


b.

sibirya’dayız.kimsenin adını bile aklında tutmak istemeyeceği bir yer.chris marker kamerasını yerleştirdiği zaman yapacağı çalışmanın bir mekanın belgeseli olmayacağını masa başı çalışmalarından beri biliyor.o kamerasını iki kanalın arasından geçirecek ve bize dersler çıkarmak düşecek.ne körü körüne sistem karşıtı bir yaklaşımımız olacak ne de bağnazca derinliksiz bir tek yanlılığımız.bir entellektüelin duruşu bu.

kabaca ve hızla geçelim :

  1. köydeyiz.son derece pozitif bir ses sibirya’nın bu unutulmuş köyünde devrim için insanların nasıl severek çalıştıklarını yaşamı paylaşmak için nasıl da sabahın erken saatlerinden itibaren koşturmaya başladıklarını anlatıyor...
  2. köydeyiz.aynı görüntüler.eleştirel bir ses sibiryanın bu unutulmuş köyünde insanların sabahın erken saatlerinde sıcak yataklarından bin bir zorluklarla kalkarak başka bir şey düşünmelerine izin verilmeden nasıl da bıkkınlıkla işe gittiklerini anlatıyor...
  3. köydeyiz.aynı görüntüler.sıra objektif bir yaklaşımda.tüm dünyada olduğu gibi

sibirya’daki bu köyde de insanlar sabah erkenden kalkıp işe gidiyorlar...

“sibirya’dan mektup” filminin dersi tam da bu yapıda: bakışımız, bizim durduğumuz yeri yani ideolojimizi ve ahlakımızı ortaya koyacak ise çok dikkatli düşünmek, yazmak eyleme geçmek gerekiyor.

bilinmeli ki tarih zaman zaman gecikse de affetmez.

* “ sibirya’dan mektup “ marker’ın 1958 yılında gerçekleştirdiği 62 dakikalık

bir belgesel (!) çalışması.çalışmaya beni ilk uyandıran artun yeres’tir.

**chris marker, 1921 doğumlu.gerçek adı, Christian François Bouche-Villeneuve : sinemacı, şair, fotoğrafçı, yerleştirme sanatçısı, tasarımcı, gazeteci, gezgin ...

*** chris marker, yaşayan en önemli yönetmenlerden ikisi olan angelopoulos ve godard ile birlikte bu kavram üzerinden en çok düşünülmeyi hak eden yönetmen kanımca.

uygar asan

2004

BELGESEL SİNEMA 2007 ‘ de yayımlandı








zizek’in hitchcock okuması ya da zizek’e yamuk yapmak


1. öteki / ÖTEKİ

öteki : 1936, lacan’ın “ayna evresi” adlı çalışmasını yayımladığı yıl. kısaca şöyle özetlenebilir : 1,5 - 6 yaş arası çocuk kendi kendini tanımayı birbirini izleyen 3 aşamada gerçekleştirir. ilk aşamada, aynanın karşısında duran çocuk, kendisi ile bir yanılsama olan aynadaki “öteki”nin görüntüsünü karıştırır. ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntüsünün bir yanılsama olduğunu fark eder. üçüncü aşamada ise çocuk aynadaki yanılsamanın, kendisine ait olduğunu kavrar. çocuk gerçekte zihnen sahip olmadığı vücut birliğini aynadaki yanılsamasıyla özdeşleşerek yaşar. bu, öznenin hem kendi benliğini hem de başkası’nı kavramaya çalışmasıdır. ne var ki lacan’a göre kendini tanıma, ayna karşısındaki bu yanılsama anından başka bir şey değildir, başka bir deyişle kendini tanıma gerçekte “öteki” olarak kendini tanımadır ve lacan’a göre bu “ben”in temelidir.

zamanla çocuk başka öteki’leri algılamaya başlar. bu algılar bedensel tamlık yanılsamasını bozduğu için parçalanma yaratır ve çocukta ‘eksik’ olma duygusu gelişir.

ÖTEKİ, devlet, toplum, aile, akrabalar, yasalar…kısaca ‘simgesel düzen’. özne olmak için, öteki’nin ÖTEKİ ile karşılaşması gerekir. bu karşılaşma ÖTEKİ’nin uyum sağlanması gereken bir “eksiksiz “ olduğu yanılgısıyla gerçekleşir. tehlike tam da buradadır. kendisinin ‘eksik’, ÖTEKİnin ‘eksiksiz’ olduğu yanılsaması ile randevusuna giden özne bu karşılaşma sürecinde değişecektir. öznenin aldandığı ve kendisini ÖTEKİne eklemesiyle son bulacak bir süreç. deleuze’cu bir anlatımla söyleyecek olursak bu, öznenin kaygan zemine geçebilecekken gardını indirerek pürtüklü zemine eklenişi, başka bir deyişle kaçış mekanizmasının öznenin içinden alınışıdır.

zizek, öznenin simgesel düzenle arasına mesafe koyarak bu aldanışı geçebileceğini söyler. zizek kuşkusunu koruyarak der ki “ bir psikotik, tam da bu ÖTEKİne aldanmayan bir öznedir...psikotik öznenin ÖTEKİne duyduğu güvensizlik …tutarlı bir ÖTEKİye; boşlukları olmayan bir ÖTEKİye, ”ÖTEKİnin ÖTEKİsine” duyulan sarsılmaz bir inançla desteklenir”.

2. zizek’in sinema sevgisi ve odaklandığı hitchcock filmleri

sinemanın içinde olan pek çok insan dahil olmak üzere acaba kaç kişi eisenstein, welles ve rossellini’nin montaj anlayışları arasındaki farkları biliyordur. zizek’in sinemayla ilişkisinin popüler amerikan sineması sevgisinden daha fazlası olduğunu gösteren bir ipucu. yine de şimdiden şu söylenmeli: yazıları ciddi bir zenginlik taşısa da zizek özelinde felsefenin sadece popüler sinemaya gitmesi bir soru işaretidir.

zizek’in kara film, fantastik ve kurgu bilim sineması gibi popüler sinemayla yakından ilgilendiği ortada. pek çok makalede ve kitapta bunun ipuçlarını görmek olası. amerika’lı sinemacı david lynch üzerine de bir çalışması var.

metis yayınları tarafından yayımlanan ”yamuk bakmak” kitabı içerdiği bir bölümüyle derli toplu eğiliş anlamında sinema özelinde özel bir yere sahip. zizek burada 70 sayfa boyunca özel olarak lacan odaklı bir hitchcock sineması okuması gerçekleştiriyor. koyduğu başlık ilginç : “hitchcock hakkında asla çok şey bilinemez”.

yoruma açık…

1899 ingiltere doğumlu hitchcock. ingilterede başlayan sinema serüveni yıllar sonra yerleştiği amerika’da kesintisiz sürdü.kendi deyişiyle ”sinema doldurulması gereken bir yığın koltuğa sahip bir perdedir” anlayışından hiç ödün vermedi !..

bu yetenekli zanaatkar 1980 yılında amerika’da öldüğünde televizyon için yaptıkları dahil yaklaşık 70 filmin sahibiydi. ününün ciddi bir bölümünü fransız yeni dalga akımının üssü olan cahiers du cinema dergisi yazarlarından f.truffaut, c. chabrol ve e.rohmer’e borçludur. bu yazarlar, hitchcock’un gördüğü ilgiden daha fazlasını hak ettiğini çünkü hitchcock’un göründüğünden daha fazlası olduğunu yazdılar. şüphesiz ki zizek de bu fikirde.

zizek, lacan odaklı hitchcock okumasını şu filmler üzerinden gerçekleştirir:

bir kadın kayboldu ( the lady venishes – 1938 ), sabotör ( saboteur – 1942 )

notorious ( 1946 ), ip ( rope – 1948 ) , trendeki yabancılar ( strangers on a train – 1951 ), itiraf ediyorum

( i confess – 1953 ), arka pencere ( rear window - 1954), yanlış adam ( the wrong man – 1956 ) , yükseklik

korkusu ( vertigo – 1958 ) , gizli teşkilat ( north by northwest – 1959 ), sapık ( psycho – 1960 ) ,

kuşlar ( birds – 1963 )

elektronik müzik bestecisi ilhan mimaroğlu esprili bir yazısında ölümsüz operalardan bazılarının özet olarak konularını yazmıştı: romeo ve juliette: kızın öldüğünü sanan oğlan kendini öldürdüğünde kız kendini öldürür ; rigoletto : adam istemeden kızını öldürtmüş olur ;

aida : adamla kadın mezara girip ölümlerini beklerler ; otello: adam kadını öldürdükten sonra kendini de öldürür……

hitchock sinemasına bu espirinin birazıyla bakmayı deneyelim şimdi de.


3.filmleriyle alfred hitchcock’un ideolojisi

“bir kadın kayboldu” : trenle ülkesi ingiltere’ye dönmekte olan iris trende hoş bir yaşlı kadınla tanışır. yolculuğun bir anında yaşlı kadın aniden ortadan kaybolur. iris onu bulmaya çalışır. trendeki yolcular yaşlı kadını hiç görmediklerini söyleyince durum garipleşir. yolculardan sadece genç bir müzisyen inanır iris’e ve yaşlı kadını aramada iris’e yardımcı olur. anlaşılır ki yaşlı kadın bir ingiliz casusudur ve trendeki yolcular da karşı (!) ülkeden bir casuslar topluluğudur.

mutlu son : yaşlı kadın kurtarılır. böylece yaşlı kadın, iris ve müzisyen hep birlikte ingiltere’nin çıkarlarını korumuş olurlar…

“ ip “: iki eşcinsel arkadaş sırf zevk olsun diye (!) okuldaki bir arkadaşlarını öldürüp bir sandığa koyarlar. içinde ceset olan sandık o gece öldürdükleri çocuğun ailesi ve nişanlısı tarafından verilecek partide partinin yapıldığı odada tutulacaktır!..iki eşcinsel o gece partiye katılan eski öğretmenlerini sandığı tuttukları bu odada etkilemeye çalışacaklardır!..

tabii ki james stewart film ilerledikçe durumu fark edecek ve toplumu bu iki eşcinsel sapıktan (!) kurtarıp onları hapse attıracaktır. biz de film bittiğinde sadece zevk için adam öldüren bu iki kişi neden eşcinsel seçilmiş ya da eşcinsel bu iki kişi birini öldürebildikleri halde ortada cinsel bir istek de yokken öğretmenlerini etkilemeye neden çalışsınlar ki…gibi sorularla koltuklarda oturur kalırız.

“ itiraf ediyorum “ : hırsızlık yaparken bir avukat tarafından yakalanan bir alman mülteci (!)

kendisini yakalayan avukatı öldürür. hırsızlığı sırasında rahip cübbesi giyen bu adam sonra sonra suçunu bir rahibe itiraf eder. hırsızlık sırasında giydiği cübbe dolayısıyla hırsızlık rahibin üstüne kalır polis gerçek rahibi tutuklar. suçsuz olduğunu rahatlıkla anlatabilecekken onurlu ve ettiği dini yemine sadık kalan rahip susmayı seçer ve hırsızı ele vermez…mahkeme ilerledikçe hırsızın karısı rahibin suçsuz yere hapse atılmasına gönlü razı olmaz ve kocasının hırsız olduğunu açıklar. biz de iyice ikna oluruz: tabii ki kilise ve din adamları asla suç işlemez .…

“ kuşlar “: doğa nedensiz yere (nedensiz olması önemli !...) çığırından çıkmış şiddet düşkünü kuşlarını insanların üstüne salar. hemen fark edilecektir ki kötülük dışlaştırılmış ve kaynağı bu film özelinde doğanın kuşları yapılmıştır. sinema tarihinde ileride de karşımıza bol bol çıkacak olan örümceklerden, köpek balıklarından, uzaydan gelen yaratıklardan, dinazorlardan sadece biridir kuşlar.

ingiliz ya da amerikan sineması hep aynı sağcı şeyi söyleyecektir: kötülük bizde bulunmaz olsa olsa dışarıdan gelir.

sonuç olarak, her zaman bizleri ve dünyayı koruyacak olan beyaz amerika’lılar imdadımıza yetişecek ve bu canavar kuşlardan bizi kurtaracaktır.…. biz de anlarız ki ‘tarih boyunca çıkarları için doğayı yok eden hayvanlar değil insanlardır’ cümlesi bir kez olsun hitchcock’un sinemasında geçmeyecektir. ya zizek’in hitchcock okumasında bu cümle yazılı mıdır, ona da hayır demek zorundayız.

“arka pencere” : zengin beyaz amerikalı erkeğin kırık ayaklısı bile toplum düzeninin bozulmaması için savaşımını verir ve toplumu kötülerden korur.

sadece bu birkaç örnek bile hitchcock’un ideolojisi hakkında bize bazı ip uçları vermektedir. diğer filmlerin söylemlerinin de zengin beyazı, asaleti, kiliseyi, ingiltere’yi, amerika’yı, iktidarı korumaya yönelik söylemler olduğunu şimdiden söyleyelim.

hitchcock’un hiçbir zaman sistemle bir sorunu olmamıştır. sorunu olmadığı gibi kendiliğinden onu seven ve yücelten işler yapmıştır. önce de söylediğimiz gibi sinema doldurulması gereken koltuklar demektir ve aile, kilise ve devlet kutsaldır...

şimdi olayın zizek ve lacan kısmına geri dönelim. zizek nedense ideoloji problemlerini didikleyen parlak bir düşünür olduğu halde merceğe aldığı hitchcock gibi bir yönetmenin ideolojisini bir kere olsun sorgulamamış, hitchcock’un populer sinema yapışında edindiği sağcı duruşu bir kez olsun deşifre etmemiştir. zizek’in lacan üzerinden hitchcock okumasındaki eksikliği gerçekte cahiers du cinema’cılarda da bulmak mümkündür. burada da hitchcock’un ideolojisi ısrarla atlanmaktadır.

durum şöyle de özetlenebilir: başta hitchcock’u finanse eden yapımcılar olmak üzere hitchcock ve filmleri, filmlerinin kahramanları lacan’ca söylersek açık ÖTEKİ dir. zizek’in ÖTEKİ ile araya konulacak mesafe meselesini hatırlayacak olursak hitchcock’la ve getirdiği büyük aldatmayla aramıza mesafe konulması gerekliği ortadadır.

sonuç olarak, zizek gibi populer sinemada kalarak başka örnekler arayacak olursak , ÖTEKİ nin baş savunucusu ve motorlarından sam raimi’nin tek önemli işi olan ve para için savrulan sıradan insanları işlediği “ basit bir plan”ı ; david mamet’in zamanla hırsızlığı seven ve aldatılmayı kaldıramayıp sonunda cinayeti bile göze alan psikiyatristi anlattığı “oyun evi” si cinayet-polisiye-gerilim-kara film yelpazesinde bu anlamda çok daha doğru bir yerde durmaktadırlar.

uygar asan

SINIRDA dergisinde yayımlandı

Şubat-nisan 2007 , sayı:6


23 Mart 2010 Salı

özgeçmiş: uygar asan

1967 yılında ısparta’da doğdu.
ilk okulu gümüşhane’de, ortaokulu ısparta’da liseyi konya’da bitirdi. bir süre uludağ üniversitesi elektronik mühendisliğinde, bir süre de 9 eylül üniversitesi endüstri mühendisliğinde okudu. ardından, 1993- 95 yılları arası, 2 yıl mimar sinan üniversitesi güzel sanatlar fakültesi sinema-tv bölümüne devam etti.

1995-2002 yılları arasında, sinema dışında pek çok işte çalıştı. bu yıllarda sadece edebiyatla ilgilendi, şiirler ve yazılar yayımladı.
2002 yılında artun yeres(yan) ile birlikte resim sanatı merkezli "hiroshige ve hokusai’ den mevsimler" (46. tokyo uluslararası film ve video festivali en iyi ikinci film); "edward hopper: bir yalnızlık baladı"; "egon schiele: aynadaki suret"; "toulouse-lautrec: ah! hayat! hayat!" ve "levni ve surname" başlıklı 5 kısa deneysel çalışmanın senaryosunu yazdı.
2003 yılından beri kendi filmlerini yazıp yönetiyor.
videografi ( senarist / yönetmen )

1992, 1995: 13
“arınma” temalı 13 dakikalık deneysel kısa film

2003: rüzgarin evi nerede?
trt 2 “genç sinemacılar” çerçevesinde gerçekleştirilen 16 dakikalık
dramatik kısa film.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.

2003: perpetuum immobile
“ sürekli durağanlık “ , çağdaş klasik müzik bestecisi ilhan usmanbaş’ ın aynı adlı
bestesi üzerine yapılmış bestecinin kendisinin de yer aldığı 8,5 dakikalık deneysel kısa film.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.
2003: boşluğa atlayış: ilhan usmanbaş
çağdaş klasik müzik bestecisi ilhan usmanbaş hakkında yapılmış 56 dakikalık bir belgesel film. belgesel , “ 1. istanbul akdeniz çağdaş müzik günleri “ açılış filmidir.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.

2005: kış bahçesi
görüntü yönetmenliğini de kendisinin üstlendiği, türkiye’de dijital çekilip dijital gösterime giren dramatik yapılı ilk uzun dijital sinema örneğidir. 84 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
25. istanbul uluslararası film festivali, yarışma dışı, 2006

2007: kabuk
yönetmenin ikinci uzun dijital sinema çalışması. 100 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
19. ankara uluslararası film festivali / ulusal sinema bölümü, 2008
27. istanbul uluslararası film festivali, yarışma dışı, 2008
49. selanik uluslararası film festivali / çağdaş türk sinemasına saygı bölümü, 2008
2. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / türk sinemasına saygı bölümü, 2009
2. slow film festivali, - eger-macaristan, 2008

2009: düğüm
yönetmenin üçüncü uzun dijital çalışması. 71 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
20. ankara uluslararası film festivali / ulusal sinema bölümü, 2009
28. istanbul uluslararası film festivali / yeni türk sineması bölümü, 2009
11. osian’s cinefan film festivali, new delhi-hindistan / yarışmalı bölüm, 2009
3. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / 10.000$ altı filmler yarışmalı bölümü, 2010

2011: dağınıklar kenti

yönetmenin dördüncü uzun dijital çalışması. 85 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
30. uluslararası istanbul film festivali / yeni türk sineması bölümü, nisan 2011
6. uluslararası sinemardin film festivali, haziran 2011
8. altın kayısı, yerevan uluslararası film festivali / “directors across the borders” bölümü
    yerevan-ermenistan, temmuz 2011
5. kürt film festivali, frankfurt-almanya



biography & videography: uygar asan


he was born in isparta in 1967, studied at mimar sinan fine arts faculty cinema-tv department for two years.
between years 1995 and 2002, he worked in various jobs except cinema. during these years he was only interested in literature; published poems and writings.
by year 2003 he started to write and direct his own films.
now he lives in istanbul.

videography

1992, 1995: 13
(13 min.)
thirteen minutes long experimental short video with the theme “purification”

2003: where is the house of the wind? (16 min.)
sixteen minutes long dramatic short video realized in scope of trt 2 “young moviemakers”


2003: perpetuum immobile (8,30 min.)
“permanent immobility”, eight minutes long experimental short video named after the composition by the contemporary classical music composer ilhan usmanbaş, with his own appearance.

2003: leap into the void : ilhan usmanbaş (56 min.)documentary was the opening film of the “1st istanbul mediterrenean contemporary music days.

fifty seven minutes long documentary about contemporary classical music composer ilhan usmanbaş.



2005: winter garden (84 min.)the first dramatic digital cinema of the director.
this film is the first digitally projected cinema in turkey without being transferred to 35 mm.format.
25th istanbul int’ film festival-turkey - 2006 (out of competition)

2007 : shell (100 min.)
the second dramatic digital cinema of the director.

19th ankara int’ film festival/national turkish cinema - turkey- 2008
27th istanbul int’ film festival- turkey2008 (out of competition)
49th thessaloniki int’ film festival / balkan survey
-tribute to contemporary turkish cinema- greece 2008
2th cinemacity film festival / respect to turkey/ novi sad/ srbija - 2009
2th slow film festival- eger/ hungary-2008

2009: knot (71 min.)
the third dramatic digital cinema of the director.

20th ankara int’ film festival / national turkish cinema- turkey, 2009
28th istanbul int’ film festival / new turkish cinema- turkey, 2009
11th osian’s cinefan film festival / in competition - new delhi/india, 2009
3th cinemacity film festival / novi sad - srbija /up to 10.000$ bucks competition, 2010



2011: city of the scattered (85 min.)
the fourth dramatic digital cinema of the director.

30th istanbul int’ film festival / new turkish cinema- turkey, 2011
6th sine-mardin international film festival – turkey, 2011
8th golden apricot, yerevan international film fest / “directors across the borders”
– armenia, july 2011
5th kurdish film festival, frankfurt-germany