“ sibirya’ dan mektup “ * ya da bir sinema dersi ...
marker iletişim kurmak istiyor, bu kesin.
sinema dilini kullanmayı seçmiş bir sinemacı neden bizi sözcüklerin dünyasına göndermek istesin !...yapıtın doğum sürecinin ilk aşaması olan ve henüz sözcüklerin dünyasında dolaşarak yapılan ön çalışmanın altını kalınca çizmek marker’ın derdi ...
kişisel bir yorum, ama cevabım bu : bir yapıtın taşıyacağı ideoloji ve dolaşacağı derinlik henüz sözcüklerin dünyasında olduğumuz o ilk anlarda kurulacak.
bir sinemacı olarak çok sade bir soru soruyorsunuz : gerçekten durum bu mu, bu sovyet karşıtı propaganda içinde doğruluk payı var mı yoksa tümden uyutuluyor muyuz ?
edward said’in altını çizdiği anlamda entelektüel bir sinemacıdan bu anlamda nasıl bir çalışma gerçekleştirmesini bekleriz?..
aktaralım : kamerayı koyduğumuz yer, objektifin yerden yüksekliği, kurduğumuz çerçeve,
bütün kamera hareketleri, çok genel bir ifadeyle ‘neyi nasıl söylediğiniz’ bir ahlak problemidir.***
kabaca ve hızla geçelim :
- köydeyiz.son derece pozitif bir ses sibirya’nın bu unutulmuş köyünde devrim için insanların nasıl severek çalıştıklarını yaşamı paylaşmak için nasıl da sabahın erken saatlerinden itibaren koşturmaya başladıklarını anlatıyor...
- köydeyiz.aynı görüntüler.eleştirel bir ses sibiryanın bu unutulmuş köyünde insanların sabahın erken saatlerinde sıcak yataklarından bin bir zorluklarla kalkarak başka bir şey düşünmelerine izin verilmeden nasıl da bıkkınlıkla işe gittiklerini anlatıyor...
- köydeyiz.aynı görüntüler.sıra objektif bir yaklaşımda.tüm dünyada olduğu gibi
sibirya’daki bu köyde de insanlar sabah erkenden kalkıp işe gidiyorlar...
bilinmeli ki tarih zaman zaman gecikse de affetmez.
bir belgesel (!) çalışması.çalışmaya beni ilk uyandıran artun yeres’tir.
2004
zizek’in hitchcock okuması ya da zizek’e yamuk yapmak
1. öteki / ÖTEKİ
öteki : 1936, lacan’ın “ayna evresi” adlı çalışmasını yayımladığı yıl. kısaca şöyle özetlenebilir : 1,5 - 6 yaş arası çocuk kendi kendini tanımayı birbirini izleyen 3 aşamada gerçekleştirir. ilk aşamada, aynanın karşısında duran çocuk, kendisi ile bir yanılsama olan aynadaki “öteki”nin görüntüsünü karıştırır. ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntüsünün bir yanılsama olduğunu fark eder. üçüncü aşamada ise çocuk aynadaki yanılsamanın, kendisine ait olduğunu kavrar. çocuk gerçekte zihnen sahip olmadığı vücut birliğini aynadaki yanılsamasıyla özdeşleşerek yaşar. bu, öznenin hem kendi benliğini hem de başkası’nı kavramaya çalışmasıdır. ne var ki lacan’a göre kendini tanıma, ayna karşısındaki bu yanılsama anından başka bir şey değildir, başka bir deyişle kendini tanıma gerçekte “öteki” olarak kendini tanımadır ve lacan’a göre bu “ben”in temelidir.
zamanla çocuk başka öteki’leri algılamaya başlar. bu algılar bedensel tamlık yanılsamasını bozduğu için parçalanma yaratır ve çocukta ‘eksik’ olma duygusu gelişir.
ÖTEKİ, devlet, toplum, aile, akrabalar, yasalar…kısaca ‘simgesel düzen’. özne olmak için, öteki’nin ÖTEKİ ile karşılaşması gerekir. bu karşılaşma ÖTEKİ’nin uyum sağlanması gereken bir “eksiksiz “ olduğu yanılgısıyla gerçekleşir. tehlike tam da buradadır. kendisinin ‘eksik’, ÖTEKİnin ‘eksiksiz’ olduğu yanılsaması ile randevusuna giden özne bu karşılaşma sürecinde değişecektir. öznenin aldandığı ve kendisini ÖTEKİne eklemesiyle son bulacak bir süreç. deleuze’cu bir anlatımla söyleyecek olursak bu, öznenin kaygan zemine geçebilecekken gardını indirerek pürtüklü zemine eklenişi, başka bir deyişle kaçış mekanizmasının öznenin içinden alınışıdır.
zizek, öznenin simgesel düzenle arasına mesafe koyarak bu aldanışı geçebileceğini söyler. zizek kuşkusunu koruyarak der ki “ bir psikotik, tam da bu ÖTEKİne aldanmayan bir öznedir...psikotik öznenin ÖTEKİne duyduğu güvensizlik …tutarlı bir ÖTEKİye; boşlukları olmayan bir ÖTEKİye, ”ÖTEKİnin ÖTEKİsine” duyulan sarsılmaz bir inançla desteklenir”.
2. zizek’in sinema sevgisi ve odaklandığı hitchcock filmleri
yoruma açık…
bu yetenekli zanaatkar 1980 yılında amerika’da öldüğünde televizyon için yaptıkları dahil yaklaşık 70 filmin sahibiydi. ününün ciddi bir bölümünü fransız yeni dalga akımının üssü olan cahiers du cinema dergisi yazarlarından f.truffaut, c. chabrol ve e.rohmer’e borçludur. bu yazarlar, hitchcock’un gördüğü ilgiden daha fazlasını hak ettiğini çünkü hitchcock’un göründüğünden daha fazlası olduğunu yazdılar. şüphesiz ki zizek de bu fikirde.
zizek, lacan odaklı hitchcock okumasını şu filmler üzerinden gerçekleştirir:
bir kadın kayboldu ( the lady venishes – 1938 ), sabotör ( saboteur – 1942 )
notorious ( 1946 ), ip ( rope – 1948 ) , trendeki yabancılar ( strangers on a train – 1951 ), itiraf ediyorum
( i confess – 1953 ), arka pencere ( rear window - 1954), yanlış adam ( the wrong man – 1956 ) , yükseklik
korkusu ( vertigo – 1958 ) , gizli teşkilat ( north by northwest – 1959 ), sapık ( psycho – 1960 ) ,
kuşlar ( birds – 1963 )
aida : adamla kadın mezara girip ölümlerini beklerler ; otello: adam kadını öldürdükten sonra kendini de öldürür……
mutlu son : yaşlı kadın kurtarılır. böylece yaşlı kadın, iris ve müzisyen hep birlikte ingiltere’nin çıkarlarını korumuş olurlar…
tabii ki james stewart film ilerledikçe durumu fark edecek ve toplumu bu iki eşcinsel sapıktan (!) kurtarıp onları hapse attıracaktır. biz de film bittiğinde sadece zevk için adam öldüren bu iki kişi neden eşcinsel seçilmiş ya da eşcinsel bu iki kişi birini öldürebildikleri halde ortada cinsel bir istek de yokken öğretmenlerini etkilemeye neden çalışsınlar ki…gibi sorularla koltuklarda oturur kalırız.
kendisini yakalayan avukatı öldürür. hırsızlığı sırasında rahip cübbesi giyen bu adam sonra sonra suçunu bir rahibe itiraf eder. hırsızlık sırasında giydiği cübbe dolayısıyla hırsızlık rahibin üstüne kalır polis gerçek rahibi tutuklar. suçsuz olduğunu rahatlıkla anlatabilecekken onurlu ve ettiği dini yemine sadık kalan rahip susmayı seçer ve hırsızı ele vermez…mahkeme ilerledikçe hırsızın karısı rahibin suçsuz yere hapse atılmasına gönlü razı olmaz ve kocasının hırsız olduğunu açıklar. biz de iyice ikna oluruz: tabii ki kilise ve din adamları asla suç işlemez .…
ingiliz ya da amerikan sineması hep aynı sağcı şeyi söyleyecektir: kötülük bizde bulunmaz olsa olsa dışarıdan gelir.
sonuç olarak, her zaman bizleri ve dünyayı koruyacak olan beyaz amerika’lılar imdadımıza yetişecek ve bu canavar kuşlardan bizi kurtaracaktır.…. biz de anlarız ki ‘tarih boyunca çıkarları için doğayı yok eden hayvanlar değil insanlardır’ cümlesi bir kez olsun hitchcock’un sinemasında geçmeyecektir. ya zizek’in hitchcock okumasında bu cümle yazılı mıdır, ona da hayır demek zorundayız.
sonuç olarak, zizek gibi populer sinemada kalarak başka örnekler arayacak olursak , ÖTEKİ nin baş savunucusu ve motorlarından sam raimi’nin tek önemli işi olan ve para için savrulan sıradan insanları işlediği “ basit bir plan”ı ; david mamet’in zamanla hırsızlığı seven ve aldatılmayı kaldıramayıp sonunda cinayeti bile göze alan psikiyatristi anlattığı “oyun evi” si cinayet-polisiye-gerilim-kara film yelpazesinde bu anlamda çok daha doğru bir yerde durmaktadırlar.
Şubat-nisan 2007 , sayı:6
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder