dirim
1.
bir otel odasında bırakılan parmak izleri... parmak
izlerinin eşleşmesi için sanırım galton'du
on dört noktanın eşleşmesi yeterli
diyen. bir parmak izinin o gün bıraktığının dışında tekrar
aynı odada
belirmesinin olasılığı ne, temizlik sırasında atlanma olasılığını da ekleyerek. birisi
bir otel odasını tekrar istemişse resepsiyondan, o odada hayat belirmiştir,
sonu kötü bitse de.
o odadan sağ çıkılması dirim demektir.
hep...
2.
ses ve kokuyla tetiklenen korkuların kalıtsal olduğunu
söyleyen jung’du sanırım.
ses ve kokuya
dair belleğin işleyişi tek başına ilginçken buna ses ve kokuyla
tetiklenen
korkunun kalıtsallığının eklenmesi iyice ilginç. madlen
çikolatalarının kokusunu anımsayıp
diyelim korkuya kapılsaydı ve bunun üzerine
korkudan titrerken hem de, birkaç sayfa
yazsaydı proust, o sayfaların kalıtsal
sayfalar olduğunu mu düşünürdük peki? değil elbette.
değil elbette diye yazınca
da bilinemez bir şeyler var mı demek istiyorum yazı ve yaratıcılıkla
ilgili?
değil elbette. eee? eee’si yok. sesin ve kokunun ne zaman korku, ne zaman
hoşnutluk
duygusu getireceğini tecrübe ede ede öğrenebilir miyim? böylece de
kendimi korumuş olmaz
mıyım? evet. örneğin
silgi fabrikalarında silgilerin, köşelerinin törpülenmesi için tamburda
topluca çevrilip dururken çıkardıkları ses bende korku yaratıyorsa bir daha
hiçbir silgi
fabrikasına gitmem olur biter. ama silgilerin tamburda topluca
dönerken çıkardıkları sesle
günün birinde alakasız bir yerde bir başka ses
eşleşirse yani ben öyle algılarsam panikle
kaçmaya mı başlayacağım? belleğim başka
bir ortamda bir başka şeyin
çıkarttığı bir sesi
yanılıp silgilerin çıkardığı sesle eşleştirebiliyorsa,
olasılık olarak bunu
bir başka ses için de
yapabilir. yani belleğim çığırından çıkar da seslerin benzeşliği salgınına
tutuluverirse…
en iyisi evden çıkmamak ve evde korku yaratabilecek her
şeyi atmak…
3.
johann adolph hasse’nin requiem’inin ‘agnus dei’ bölümünü
dinlemek çekti dün canım.
dinlerken bir tablo seçip bilgisayarımda masaüstü
yapayım ve ‘agnus dei’yi dinlerken
o tabloyu seyredeyim istedim. bir manessier
uygun göründü bana, 1980 yılında yaptığı
‘favellas III’ örneğin. bulup masaüstü yaptım. ‘agnus dei’nin birinci
dakikasında aliye
berger’in gecekonduları geldi aklıma, ikinci dakikasında o
gecekondulardan birinde
hikmet benol’ü düşündüm. ‘agnus dei’
bitmek üzereyken ‘favellas III’e bakmaya başladım
tekrar, belki de müzikle birlikte ilk kez. ne zaman sonra müziğin sustuğunu fark
ettim.
‘agnus dei’ ile ‘favellas III’ hiç aynı anda yan yana olmamışlardı aslında.
iki şeyi birlikte
algılama isteğime zihnim yanaşmamış, önce ilk ikisini geçip
üçüncüye, sonra dördüncüye
atlamış. sonra tabloya geri dönmüş, bunu yaparken de
ilkini yani müziği dinlemez olmuş;
falan filan...
dirim/im! alışıyor mu insan eksik kalmaya…
uygar asan,
temmuz 2013