15 Ağustos 2013 Perşembe


dirim

1.
bir otel odasında bırakılan parmak izleri... parmak izlerinin eşleşmesi için sanırım galton'du
on dört noktanın eşleşmesi yeterli diyen. bir parmak izinin o gün bıraktığının dışında tekrar
aynı odada belirmesinin olasılığı ne, temizlik sırasında atlanma olasılığını da ekleyerek. birisi
bir otel odasını tekrar istemişse resepsiyondan, o odada hayat belirmiştir, sonu kötü bitse de.
o odadan sağ çıkılması dirim demektir.
hep...


2.
ses ve kokuyla tetiklenen korkuların kalıtsal olduğunu söyleyen jung’du sanırım.
ses ve kokuya  dair belleğin işleyişi tek başına ilginçken buna ses ve kokuyla tetiklenen
korkunun kalıtsallığının eklenmesi iyice ilginç. madlen çikolatalarının kokusunu anımsayıp
diyelim korkuya kapılsaydı ve bunun üzerine korkudan titrerken hem de, birkaç sayfa
yazsaydı proust, o sayfaların kalıtsal sayfalar olduğunu mu düşünürdük peki? değil elbette.
değil elbette diye yazınca da bilinemez bir şeyler var mı demek istiyorum yazı ve yaratıcılıkla
ilgili? değil elbette. eee? eee’si yok. sesin ve kokunun ne zaman korku, ne zaman hoşnutluk
duygusu getireceğini tecrübe ede ede öğrenebilir miyim? böylece de kendimi korumuş olmaz
mıyım? evet. örneğin  silgi fabrikalarında silgilerin, köşelerinin törpülenmesi için tamburda
topluca çevrilip dururken çıkardıkları ses bende korku yaratıyorsa bir daha hiçbir silgi
fabrikasına gitmem olur biter. ama silgilerin tamburda topluca dönerken çıkardıkları sesle
günün birinde alakasız bir yerde bir başka ses eşleşirse yani ben öyle algılarsam panikle
kaçmaya mı başlayacağım? belleğim başka bir ortamda bir başka şeyin
çıkarttığı bir sesi  yanılıp silgilerin çıkardığı sesle eşleştirebiliyorsa,  olasılık olarak bunu
bir başka ses için de yapabilir. yani belleğim çığırından çıkar da seslerin benzeşliği salgınına
tutuluverirse…

en iyisi evden çıkmamak ve evde korku yaratabilecek her şeyi atmak…


3.
johann adolph hasse’nin requiem’inin ‘agnus dei’ bölümünü dinlemek çekti dün canım.
dinlerken bir tablo seçip bilgisayarımda masaüstü yapayım ve ‘agnus dei’yi dinlerken
o tabloyu seyredeyim istedim. bir manessier uygun göründü bana, 1980 yılında yaptığı 
‘favellas III’ örneğin. bulup masaüstü yaptım. ‘agnus dei’nin birinci dakikasında aliye
berger’in gecekonduları geldi aklıma, ikinci dakikasında o gecekondulardan birinde
hikmet benol’ü düşündüm. ‘agnus dei’  bitmek üzereyken ‘favellas III’e bakmaya başladım
tekrar, belki de müzikle birlikte ilk kez. ne zaman sonra müziğin sustuğunu fark ettim.
‘agnus dei’ ile ‘favellas III’ hiç aynı anda yan yana olmamışlardı aslında. iki şeyi birlikte
algılama isteğime zihnim yanaşmamış, önce ilk ikisini geçip üçüncüye, sonra dördüncüye
atlamış. sonra tabloya geri dönmüş, bunu yaparken de ilkini yani müziği dinlemez olmuş;
falan filan...

dirim/im! alışıyor mu insan eksik kalmaya…

 
uygar asan,
temmuz 2013





 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder