31 Mart 2014 Pazartesi
çuvallar
apartmanın çatısı tamir edilirken sekiz çuvala yakın
kitap çıktı tavan arasından, eskiden bu apartmanda
oturmuş biri(leri)ne ait. öylece kalmışlar orada,
toz içinde. kime ait olduklarını bilmiyor kimse.
daireler el değiştirip durmuş yıllar içinde. bir isme,
isimlere ulaşmaya çalışıyorum.
o(nlar) hiç yaşamamış(lar) gibi olsun istemiyorum.
1 nisan 2014
uygar asan
24 Mart 2014 Pazartesi
tükenmez kalemli öykü
yusuf atılgan için…
dışarıdan
gizlenmek için en iyi yol bir hastanın yanında gizlenmektir. gizlenmek ciddi
bir iştir, onun yanındayken ona da hastaymış gibi görünmelisiniz. yoksa hasta
bir an gelir sizi ispiyonlayıverir, bu yüzden hep dikkatli olunmalıdır. durum
bu kadar da değil, bu süreçte empati yeteneğinizi koyulaştırırsanız
bir an gelir hayat paylaşılmış psikoza dönüverir. bu çürük bir iple bir kuyuya
inmek demektir. zor çıkarsınız. kim kesin cevaplayabilir ki bir ip ilk kez ne
zaman kopar? başarılabilir yine de. şans birlikte güçlenip odaları yıkabilme gücü yakalayabildiğinizde belirir. belirirse. sıçrama. çizikleriniz vardır
kuyudan çıkarken, olmuştur, ama işte kimse bilmez bunları. herkes kendine yolda
değildir.
macar lasalo
biro icat etmiş tükenmez kalemi 1938 yılında.
biro II. dünya
savaşı sürerken arjantin'e göçmüş, iyi ki; 1940
yılında da
patentini almış icadının.
piyonlarımdan
biri daha esir alınmak üzere, üzerimde bir huzursuzluk. dışarıyı seyrediyorum.
tükenmez kalemle yüzümü kaşırken açık olduğunu unutmuşum, yüzüm çizik çizik
olmuş mürekkeple. iyi olmadı bu iş, böyle gidilmez ki konfeksiyona.
henry martin
adında bir ingiliz, hükümeti için çalışmalar
yaparken
tanışıyor lasalo biro ile arjantin'de. hayran
kalıyor
tükenmez
kaleme, hemen ingiltere üretim ve satış haklarını
satın alıyor
biro'dan ve ingiltere'de reading
yakınlarında açtığı atölyede hava kuvvetlerine satılmak
üzere 30.000 tükenmez kalem yapıyor. ilk üretim.
yakınlarında açtığı atölyede hava kuvvetlerine satılmak
üzere 30.000 tükenmez kalem yapıyor. ilk üretim.
eski günlerden
birinde, 1973, gümüşhane'de bir otel. uyarmışdı beni "nereliyim dersen de
ama sakın bayburt'luyum deme, pek sevilmiyor bayburt'luyum demek
buralarda." tersi de doğruymuş, yani bayburt'dayken gümüşhane'liyim demek.
o çirkin çaya paralel ana caddedeki bir konfeksiyondan trevire kumaştan bir takım
aldım, yanmaya dayanıklı ve de gösterişli; inandırıcılık için güzel görünmeli
kıyafetler. "çay deme ırmak
de!" diye daha önceki bi konuşmamızda yine beni uyarmıştı hastanede
yanında saklandığım tip, "küçültme, küçük şeyleri sevmiyorlar burada"
dediydi kıkırdayarak sonra. araştırmamın bir yerinde uğramak zorunda kalmıştım
o otele. oteldeki resepsiyon görevlisi eski konaklama defterlerini
getirdi,"arşivdeki defterler bu kadar efendim" dedi bırakırken önüme.
bu "efendim"i takım elbisem söyletiyor ona, anlayın; bazı şeyler hiç
değişmez. defterlerden dördüncüsünde, konaklama tarihi açısından doğru
sayfaya geldiğimde birden diğer sayfalardan farklı olarak, tükenmez kalemli bir
yazı çıkıyor ortaya. işte bu kritik, birden o sayfada değişiveriyor kalem,
sonraki sayfalar yine diğerleriyle aynı. şu dille ıslatılınca yazmaya başlayan
marangoz kalemi kullanılmıştı öncekilerde ve sonrakilerde. takım elbiseme çay
getirmek için arkaya gidince resepsiyondaki adam, düşünüyorum: doğru sayfadayım
ve o sayfa tükenmez kalemle yazılmış.
sivil halka
ilk satış ise biro patenti altında eterpen şirketi
aracılığıyla
1945 yılında arjantin'de gerçekleşiyor. internetten
rahatlıkla
bulunabilecek ki ben de oradan buldum, bu bilgiler
bana ait
değil, ama işte bilgilerin son kısmı önemli, tükenmez
kalemin
sivilleşmesi. ya türkiye'ye ilk gelişi, sivil miydi peki?
1973 yılı
ekimin yedisi. kadın gümüşhane'de bu otelde kalmış bir gece, defterdeki
tükenmez kalemli tarih. geriye doğru, manisa'dan, ankara’ya yolculuğumun şimdiki
durağı da gümüşhane. ertesi gün gümüşhane'den ankara'ya geçmiş kadın. ankara'daki
oteldeki tarih 8 ekim 1973'dü çünkü, çarşamba. yusuf atılgan kadınla ankara
dışkapı'daki otelin resepsiyonunda karşılaşıyor ilkin. yusuf atılgan'ın kadınla
tanıştığı o gün birlikte geçirdikleri geceye sarkmış. ertesi sabah (perşembe)
kadın kayıp. resepsiyondan kadının sabah trenle manisa'ya gittiğini
öğrenebilmiş sadece atılgan. salonda otururken bir ara, kadının "neden hep
gecikir trenler?" dediği geliyor aklına atılgan'ın. hemen rica ediyor resepsiyondan
177403'ü bağlamalarını; açık adres: ‘bilgi yayınları, sakarya caddesi, no: 8.’
kitabın matbaaya gittiğini kasımda çıkacağını söylüyorlar yayınevinden. "ama,"
diyor nimet hanım telefonda "bunu size daha önce söylemiştim yusuf bey!", haklı. bu bir anlık dalgınlığın cevabı dün gecede. yayınevinin kendi matbaası
bu. fırlayıp ilk denk gelen taksiyle matbaaya geçiyor yusuf atılgan. yolda
kadının bindiği trenin bu akşam manisa'da olacağını düşünüyor. dizgici namık
abi atılgan'ın yalvarmalarına dayanamayarak bir ekleme yapmayı kabul ediyor;
kitabın ilk sayfasına, sadece bir cümlecik: "… perşembe gecesi gelen
kadının...", "... perşembe gecesi gecikmeli ankara treniyle gelen kadının..."
oluyor.
hepsi bu.
hepsi bu.
1964'den beri
türkiye'de kalem üretimi yapan scrikss
şirketinin istanbul
başakşehir'deki merkezlerine yazdım,
sayın soner
besler'den gelen yanıt, kendisinin deyimiyle
"sektörümüzün
duayeni sayın naim civre"ye yönlendiriyordu
beni. çok
sıkışık bir zamanında aramışım sayın naim civre'yi,
telefondaki
konuşma sirkeci'deki emniyet kırtasiye'ye çay
ve tanışma davetiyle
son buldu. gitmeyeceğim.
kaç gündür
dışarı çıkmıyorum. hava güzel diye dışarı çıkılması mı lazım, kim
sokuyor bu klişeleri insanların kafasına bilmiyorum ki. açtım pencereyi...
gümüşhane'deki
otelin bu eski konuk defterinde o sayfa, neden sadece o sayfa tükenmez
kalemle yazılmış? gecikmeli ankara treniyle gelen kadının otelin defterine kaydını
da bir an boş bulunup bir tükenmez kalemle tutmuş olabilir mi zebercet,
yoksa tükenmez kalem zebercet'in ruhunun ağırlığıyla çelişir mi? zebercet'in tezgahına
tekme attığı o kestane satan adama sinirinin temelinde, adamın bulmacalarını
çözdükten sonra külah yaptığı gazeteler için kullandığı o tükenmez kalem var
mıydı yok muydu? evet çelişkili. peki, gecikmeli ankara treniyle gelen kadın
gümüşhane öncesi neredeydi, neler yapıyordu?
belki başka
bir zaman...
uygar asan
2013
ilk yayımlandığı yer:
cin ayşe fanzin
sayı: 11, bahar 2014
ilk yayımlandığı yer:
cin ayşe fanzin
sayı: 11, bahar 2014
22 Mart 2014 Cumartesi
17 Mart 2014 Pazartesi
opticon opi2201
jeremy bentham, kardeşinden arak fikirle ortaya
çıktığında ileride
kimin ne derece zarar görebileceğini tahmin bile edemedi kimse.
bilen biliyor ayrıntıya girmeye gerek yok.
opticon:
gözlemlemek...
pan: bütün(ü)...
1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane modeline
'panoptikon' dedikten sonra bentham'ın yaptığı açıklama:
"bir üst aklın, gücü elde etmesinin yeni bir
modeli."
bentham'n felsefeyle ilgilenen bir toplum kuramcısı olduğu
kaynaklarda var.
goya: "aklın
uykusu canavarlar yaratır"...
sanat bulur gerçeği,
hep...
kritik soru:
"gözlendiğimizi
sezdiğimizde
hareketlerimiz
neden değişir?"
neden değişir?"
2010 yılında eczanelerden başlayan bir kriz yaşandı.
japon firma opticon (optical-infrared coordination
network)
ürünü olan opticon opi2201 ile basılan karekodlar uyuşum
göstermedi, basılan kodların yanlışlığına kesildi fatura.
geleceğin standartı olan 2 boyutlu barkod okuyucusu
opticon opi2201, 185 gram, çok kullanışlı, ergonomik,
opticon opi2201, 185 gram, çok kullanışlı, ergonomik,
1.5 metreden beton zemine düşmelerde dayanıklılığı
testlerle onaylanmıştır. 5 yıl garantilidir, 30 gün içinde
iade
edebilirsiniz, 'liquid lens auto focus' sistemine
sahip,
100ms hızla (saniyenin onda biri hızla) barkoda odaklanma
ve netleştirme yeteneğinde, 190 lira...
bentham'dan buraya gelince normal olan
bir ayrıntı gibi
duracak bu; n’olmuş arada bir sorun çıkartmışsa alet,
duracak bu; n’olmuş arada bir sorun çıkartmışsa alet,
hem bize ne kimin akrabası olduğundan getiren şirketin!..
sistemin başedilmez ayrıntılardan biri daha. olsun,
sağlığımız söz konusu, değil mi ama!..
sağlığımız söz konusu, değil mi ama!..
mc donald gözlemevi... 9,2 metre çapında bir teleskopları
varmış, izmir ege üniversitesi'nde yazılmış teleskoplarla
ilgili bir tezden öğrendim. ah bu o mercekler!..
mc donald's 'uzayda nereden hayvan bulup kesip yerim'i,
'kestiklerimi nerede satarım'ı gözlüyor…
neptün'de ilk macdonald's açıldı,
mc donald's 'uzayda nereden hayvan bulup kesip yerim'i,
'kestiklerimi nerede satarım'ı gözlüyor…
neptün'de ilk macdonald's açıldı,
kaçan kurtulur!...
hem bu sadece bir isim benzerliği olsa n'olacak...
uygar asan
2013
ilk yayımlandığı yer:
‘akşamüstüsaatbeş’ fanzin,
sayı: 2, mart, 2014
11 Mart 2014 Salı
8 Mart 2014 Cumartesi
böyle
bir çocuk bağırıyor sokakta, kime bilmiyorum. pastanedeki
adam servis yaparken döktüğü çayın altlığına bir peçete
koyuyor. ekmek alıyorum
bakkaldan. yandaki inşaat sürüyor.
hastalık geliyor, sızılar yerleşiyor. müzik dinliyorum
her şeyi bırakıp. gökyüzü kapalı. rüzgar bir naylonu sürüklüyor.
hastalık geliyor, sızılar yerleşiyor. müzik dinliyorum
her şeyi bırakıp. gökyüzü kapalı. rüzgar bir naylonu sürüklüyor.
bi yerlerde birileri ölüyor, sıra bize de gelecek. karıştırırken
evde dosyaların
birinde çok eski bir mektup buluyorum,
geri dönmüş. adres mi yanlıştı, evde mi yoktu?
yazımı garipsiyorum. nelere alışmak için kendimi
zorladığımı düşünüyorum, nelere alıştığımı.
böyle...
geri dönmüş. adres mi yanlıştı, evde mi yoktu?
yazımı garipsiyorum. nelere alışmak için kendimi
zorladığımı düşünüyorum, nelere alıştığımı.
böyle...
mart 2014
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)