24 Mart 2014 Pazartesi





                  tükenmez kalemli öykü
  

                                                                                                                                    yusuf atılgan için…



dışarıdan gizlenmek için en iyi yol bir hastanın yanında gizlenmektir. gizlenmek ciddi bir iştir, onun yanındayken ona da hastaymış gibi görünmelisiniz. yoksa hasta bir an gelir sizi ispiyonlayıverir, bu yüzden hep dikkatli olunmalıdır. durum bu kadar da değil, bu süreçte empati yeteneğinizi koyulaştırırsanız bir an gelir hayat paylaşılmış psikoza dönüverir. bu çürük bir iple bir kuyuya inmek demektir. zor çıkarsınız. kim kesin cevaplayabilir ki bir ip ilk kez ne zaman kopar? başarılabilir yine de. şans birlikte güçlenip odaları yıkabilme gücü yakalayabildiğinizde belirir. belirirse. sıçrama. çizikleriniz vardır kuyudan çıkarken, olmuştur, ama işte kimse bilmez bunları. herkes kendine yolda değildir.


        macar lasalo biro icat etmiş tükenmez kalemi 1938 yılında.
        biro II. dünya savaşı sürerken arjantin'e göçmüş, iyi ki; 1940
        yılında da patentini almış icadının.


piyonlarımdan biri daha esir alınmak üzere, üzerimde bir huzursuzluk. dışarıyı seyrediyorum. tükenmez kalemle yüzümü kaşırken açık olduğunu unutmuşum, yüzüm çizik çizik olmuş mürekkeple. iyi olmadı bu iş, böyle gidilmez ki konfeksiyona.


        henry martin adında bir ingiliz, hükümeti için çalışmalar
        yaparken tanışıyor lasalo biro ile  arjantin'de. hayran kalıyor
        tükenmez kaleme, hemen ingiltere üretim ve satış haklarını
        satın alıyor biro'dan ve ingiltere'de reading 
        yakınlarında açtığı atölyede hava kuvvetlerine satılmak 
        üzere 30.000 tükenmez kalem yapıyor. ilk üretim.


eski günlerden birinde, 1973, gümüşhane'de bir otel. uyarmışdı beni "nereliyim dersen de ama sakın bayburt'luyum deme, pek sevilmiyor bayburt'luyum demek buralarda." tersi de doğruymuş, yani bayburt'dayken gümüşhane'liyim demek. o çirkin çaya paralel ana caddedeki bir konfeksiyondan trevire kumaştan bir takım aldım, yanmaya dayanıklı ve de gösterişli; inandırıcılık için güzel görünmeli kıyafetler. "çay deme ırmak de!" diye daha önceki bi konuşmamızda yine beni uyarmıştı hastanede yanında saklandığım tip, "küçültme, küçük şeyleri sevmiyorlar burada" dediydi kıkırdayarak sonra. araştırmamın bir yerinde uğramak zorunda kalmıştım o otele. oteldeki resepsiyon görevlisi eski konaklama defterlerini getirdi,"arşivdeki defterler bu kadar efendim" dedi bırakırken önüme. bu "efendim"i takım elbisem söyletiyor ona, anlayın; bazı şeyler hiç değişmez. defterlerden dördüncüsünde, konaklama tarihi açısından doğru sayfaya geldiğimde birden diğer sayfalardan farklı olarak, tükenmez kalemli bir yazı çıkıyor ortaya. işte bu kritik, birden o sayfada değişiveriyor kalem, sonraki sayfalar yine diğerleriyle aynı. şu dille ıslatılınca yazmaya başlayan marangoz kalemi kullanılmıştı öncekilerde ve sonrakilerde. takım elbiseme çay getirmek için arkaya gidince resepsiyondaki adam, düşünüyorum: doğru sayfadayım ve o sayfa tükenmez kalemle yazılmış.


       sivil halka ilk satış ise biro patenti altında eterpen şirketi
       aracılığıyla 1945 yılında arjantin'de gerçekleşiyor. internetten
       rahatlıkla bulunabilecek ki ben de oradan buldum, bu bilgiler
       bana ait değil, ama işte bilgilerin son kısmı önemli, tükenmez
       kalemin sivilleşmesi. ya türkiye'ye ilk gelişi,  sivil miydi peki?


1973 yılı ekimin yedisi. kadın gümüşhane'de bu otelde kalmış bir gece, defterdeki tükenmez kalemli tarih. geriye doğru, manisa'dan, ankara’ya yolculuğumun şimdiki durağı da gümüşhane. ertesi gün gümüşhane'den ankara'ya geçmiş kadın. ankara'daki oteldeki tarih 8 ekim 1973'dü çünkü, çarşamba. yusuf atılgan kadınla ankara dışkapı'daki otelin resepsiyonunda karşılaşıyor ilkin. yusuf atılgan'ın kadınla tanıştığı o gün birlikte geçirdikleri geceye sarkmış. ertesi sabah (perşembe) kadın kayıp. resepsiyondan kadının sabah trenle manisa'ya gittiğini öğrenebilmiş sadece atılgan. salonda otururken bir ara, kadının "neden hep gecikir trenler?" dediği geliyor aklına atılgan'ın. hemen rica ediyor resepsiyondan 177403'ü bağlamalarını; açık adres: ‘bilgi yayınları, sakarya caddesi, no: 8.’ kitabın matbaaya gittiğini kasımda çıkacağını söylüyorlar yayınevinden. "ama," diyor nimet hanım telefonda "bunu size daha önce söylemiştim yusuf bey!", haklı. bu bir anlık dalgınlığın cevabı dün gecede. yayınevinin kendi matbaası bu. fırlayıp ilk denk gelen taksiyle matbaaya geçiyor yusuf atılgan. yolda kadının bindiği trenin bu akşam manisa'da olacağını düşünüyor. dizgici namık abi atılgan'ın yalvarmalarına dayanamayarak bir ekleme yapmayı kabul ediyor; kitabın ilk sayfasına, sadece bir cümlecik: "… perşembe gecesi gelen kadının...", "... perşembe gecesi gecikmeli ankara treniyle gelen kadının..." oluyor. 
hepsi bu.



       1964'den beri türkiye'de kalem üretimi yapan scrikss
       şirketinin istanbul başakşehir'deki merkezlerine yazdım,
       sayın soner besler'den gelen yanıt, kendisinin deyimiyle
      "sektörümüzün duayeni sayın naim civre"ye yönlendiriyordu
      beni. çok sıkışık bir zamanında aramışım sayın naim civre'yi,
      telefondaki konuşma sirkeci'deki emniyet kırtasiye'ye çay
      ve tanışma davetiyle son buldu. gitmeyeceğim.



kaç gündür dışarı çıkmıyorum. hava güzel diye dışarı çıkılması mı lazım, kim sokuyor bu klişeleri insanların kafasına bilmiyorum ki. açtım pencereyi...

gümüşhane'deki otelin bu eski konuk defterinde o sayfa, neden sadece o sayfa tükenmez kalemle yazılmış? gecikmeli ankara treniyle gelen kadının otelin defterine kaydını da bir an boş bulunup bir tükenmez kalemle tutmuş olabilir mi zebercet, yoksa tükenmez kalem zebercet'in ruhunun ağırlığıyla çelişir mi? zebercet'in tezgahına tekme attığı o kestane satan adama sinirinin temelinde, adamın bulmacalarını çözdükten sonra külah yaptığı gazeteler için kullandığı o tükenmez kalem var mıydı yok muydu? evet çelişkili. peki, gecikmeli ankara treniyle gelen kadın gümüşhane öncesi neredeydi, neler yapıyordu?

    
belki başka bir zaman...





uygar asan

2013



ilk yayımlandığı yer:
cin ayşe fanzin 
sayı: 11, bahar 2014










2 yorum:

  1. İnsan etkilendiği bir metin üzerine ne yazabilir bilmiyorum, zira o etkilenmeden dilim daha bir tutuk olur. Sadece ''elinize sağlık'' diyebildim..

    YanıtlaSil
  2. çok teşekkür ederim suna,
    selamlar, sevgiler.

    YanıtlaSil