26 Mart 2010 Cuma



2010 yılı itibariyle “dağınıklar kenti” adlı yeni projemin

hazırlıklarını sürdürmekteyim.

görünen, ancak 2011’in ilk aylarına tamamlanabileceği;

malum, hayat işte!….

25 Mart 2010 Perşembe

eskilerden 2 sinema yazısı



“ sibirya’ dan mektup “ * ya da bir sinema dersi ...

a.

chris marker** gibi bir sinemacı yapıtının ismine “mektup” sözcüğünü ekliyorsa ve bu mektubu sibirya’dan bizlere gönderiyorsa bu yapıt üzerine düşünmeye bu başlıktan başlamak gerekiyor.

mektubun iletişim potansiyeli ilk anda söylenebilecek olan şey.kim evde kendisinin seyretmesi için filmler yapar ki, evde sadece kendim seyredeceksem neden onca zahmete katlanayım ; fikri kafamda yaşar, tüketir ve bir başka fikre geçerim.

marker iletişim kurmak istiyor, bu kesin.

ikinci olarak söylenecek şey mektup sözcüğünün bizleri -yapısı gereği - sözcüklerin dünyasına göndermesidir.

sinema dilini kullanmayı seçmiş bir sinemacı neden bizi sözcüklerin dünyasına göndermek istesin !...yapıtın doğum sürecinin ilk aşaması olan ve henüz sözcüklerin dünyasında dolaşarak yapılan ön çalışmanın altını kalınca çizmek marker’ın derdi ...

kişisel bir yorum, ama cevabım bu : bir yapıtın taşıyacağı ideoloji ve dolaşacağı derinlik henüz sözcüklerin dünyasında olduğumuz o ilk anlarda kurulacak.

üçüncü olarak, neden bu mektup sibirya’dan gönderilmiştir?.. ikinci dünya savaşı sonrası batıda komünizm karşıtı düşünceler oluşturmak ve kapitalizme üyelikleri uzatmak için sovyetler birliğine karşı yoğun bir yıpratma kampanyası başlatıldı : sovyetler birliği öyle bir yerdi ki (!) orada kimse mutlu değildi(!), kimse istediğini rahatça söyleyemiyordu(!) , kimse özgürce seyahat edemiyordu(!), sisteme karşı aklınızdan bile bir düşünce geçirseniz sibirya’yı boyluyordunuz(!)...

bir sinemacı olarak çok sade bir soru soruyorsunuz : gerçekten durum bu mu, bu sovyet karşıtı propaganda içinde doğruluk payı var mı yoksa tümden uyutuluyor muyuz ?

edward said’in altını çizdiği anlamda entelektüel bir sinemacıdan bu anlamda nasıl bir çalışma gerçekleştirmesini bekleriz?..

godard’ın ne zaman nerede söylediğini hatırlayamadığım cümlesini daha da genişleterek

aktaralım : kamerayı koyduğumuz yer, objektifin yerden yüksekliği, kurduğumuz çerçeve,

bütün kamera hareketleri, çok genel bir ifadeyle ‘neyi nasıl söylediğiniz’ bir ahlak problemidir.***


b.

sibirya’dayız.kimsenin adını bile aklında tutmak istemeyeceği bir yer.chris marker kamerasını yerleştirdiği zaman yapacağı çalışmanın bir mekanın belgeseli olmayacağını masa başı çalışmalarından beri biliyor.o kamerasını iki kanalın arasından geçirecek ve bize dersler çıkarmak düşecek.ne körü körüne sistem karşıtı bir yaklaşımımız olacak ne de bağnazca derinliksiz bir tek yanlılığımız.bir entellektüelin duruşu bu.

kabaca ve hızla geçelim :

  1. köydeyiz.son derece pozitif bir ses sibirya’nın bu unutulmuş köyünde devrim için insanların nasıl severek çalıştıklarını yaşamı paylaşmak için nasıl da sabahın erken saatlerinden itibaren koşturmaya başladıklarını anlatıyor...
  2. köydeyiz.aynı görüntüler.eleştirel bir ses sibiryanın bu unutulmuş köyünde insanların sabahın erken saatlerinde sıcak yataklarından bin bir zorluklarla kalkarak başka bir şey düşünmelerine izin verilmeden nasıl da bıkkınlıkla işe gittiklerini anlatıyor...
  3. köydeyiz.aynı görüntüler.sıra objektif bir yaklaşımda.tüm dünyada olduğu gibi

sibirya’daki bu köyde de insanlar sabah erkenden kalkıp işe gidiyorlar...

“sibirya’dan mektup” filminin dersi tam da bu yapıda: bakışımız, bizim durduğumuz yeri yani ideolojimizi ve ahlakımızı ortaya koyacak ise çok dikkatli düşünmek, yazmak eyleme geçmek gerekiyor.

bilinmeli ki tarih zaman zaman gecikse de affetmez.

* “ sibirya’dan mektup “ marker’ın 1958 yılında gerçekleştirdiği 62 dakikalık

bir belgesel (!) çalışması.çalışmaya beni ilk uyandıran artun yeres’tir.

**chris marker, 1921 doğumlu.gerçek adı, Christian François Bouche-Villeneuve : sinemacı, şair, fotoğrafçı, yerleştirme sanatçısı, tasarımcı, gazeteci, gezgin ...

*** chris marker, yaşayan en önemli yönetmenlerden ikisi olan angelopoulos ve godard ile birlikte bu kavram üzerinden en çok düşünülmeyi hak eden yönetmen kanımca.

uygar asan

2004

BELGESEL SİNEMA 2007 ‘ de yayımlandı








zizek’in hitchcock okuması ya da zizek’e yamuk yapmak


1. öteki / ÖTEKİ

öteki : 1936, lacan’ın “ayna evresi” adlı çalışmasını yayımladığı yıl. kısaca şöyle özetlenebilir : 1,5 - 6 yaş arası çocuk kendi kendini tanımayı birbirini izleyen 3 aşamada gerçekleştirir. ilk aşamada, aynanın karşısında duran çocuk, kendisi ile bir yanılsama olan aynadaki “öteki”nin görüntüsünü karıştırır. ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntüsünün bir yanılsama olduğunu fark eder. üçüncü aşamada ise çocuk aynadaki yanılsamanın, kendisine ait olduğunu kavrar. çocuk gerçekte zihnen sahip olmadığı vücut birliğini aynadaki yanılsamasıyla özdeşleşerek yaşar. bu, öznenin hem kendi benliğini hem de başkası’nı kavramaya çalışmasıdır. ne var ki lacan’a göre kendini tanıma, ayna karşısındaki bu yanılsama anından başka bir şey değildir, başka bir deyişle kendini tanıma gerçekte “öteki” olarak kendini tanımadır ve lacan’a göre bu “ben”in temelidir.

zamanla çocuk başka öteki’leri algılamaya başlar. bu algılar bedensel tamlık yanılsamasını bozduğu için parçalanma yaratır ve çocukta ‘eksik’ olma duygusu gelişir.

ÖTEKİ, devlet, toplum, aile, akrabalar, yasalar…kısaca ‘simgesel düzen’. özne olmak için, öteki’nin ÖTEKİ ile karşılaşması gerekir. bu karşılaşma ÖTEKİ’nin uyum sağlanması gereken bir “eksiksiz “ olduğu yanılgısıyla gerçekleşir. tehlike tam da buradadır. kendisinin ‘eksik’, ÖTEKİnin ‘eksiksiz’ olduğu yanılsaması ile randevusuna giden özne bu karşılaşma sürecinde değişecektir. öznenin aldandığı ve kendisini ÖTEKİne eklemesiyle son bulacak bir süreç. deleuze’cu bir anlatımla söyleyecek olursak bu, öznenin kaygan zemine geçebilecekken gardını indirerek pürtüklü zemine eklenişi, başka bir deyişle kaçış mekanizmasının öznenin içinden alınışıdır.

zizek, öznenin simgesel düzenle arasına mesafe koyarak bu aldanışı geçebileceğini söyler. zizek kuşkusunu koruyarak der ki “ bir psikotik, tam da bu ÖTEKİne aldanmayan bir öznedir...psikotik öznenin ÖTEKİne duyduğu güvensizlik …tutarlı bir ÖTEKİye; boşlukları olmayan bir ÖTEKİye, ”ÖTEKİnin ÖTEKİsine” duyulan sarsılmaz bir inançla desteklenir”.

2. zizek’in sinema sevgisi ve odaklandığı hitchcock filmleri

sinemanın içinde olan pek çok insan dahil olmak üzere acaba kaç kişi eisenstein, welles ve rossellini’nin montaj anlayışları arasındaki farkları biliyordur. zizek’in sinemayla ilişkisinin popüler amerikan sineması sevgisinden daha fazlası olduğunu gösteren bir ipucu. yine de şimdiden şu söylenmeli: yazıları ciddi bir zenginlik taşısa da zizek özelinde felsefenin sadece popüler sinemaya gitmesi bir soru işaretidir.

zizek’in kara film, fantastik ve kurgu bilim sineması gibi popüler sinemayla yakından ilgilendiği ortada. pek çok makalede ve kitapta bunun ipuçlarını görmek olası. amerika’lı sinemacı david lynch üzerine de bir çalışması var.

metis yayınları tarafından yayımlanan ”yamuk bakmak” kitabı içerdiği bir bölümüyle derli toplu eğiliş anlamında sinema özelinde özel bir yere sahip. zizek burada 70 sayfa boyunca özel olarak lacan odaklı bir hitchcock sineması okuması gerçekleştiriyor. koyduğu başlık ilginç : “hitchcock hakkında asla çok şey bilinemez”.

yoruma açık…

1899 ingiltere doğumlu hitchcock. ingilterede başlayan sinema serüveni yıllar sonra yerleştiği amerika’da kesintisiz sürdü.kendi deyişiyle ”sinema doldurulması gereken bir yığın koltuğa sahip bir perdedir” anlayışından hiç ödün vermedi !..

bu yetenekli zanaatkar 1980 yılında amerika’da öldüğünde televizyon için yaptıkları dahil yaklaşık 70 filmin sahibiydi. ününün ciddi bir bölümünü fransız yeni dalga akımının üssü olan cahiers du cinema dergisi yazarlarından f.truffaut, c. chabrol ve e.rohmer’e borçludur. bu yazarlar, hitchcock’un gördüğü ilgiden daha fazlasını hak ettiğini çünkü hitchcock’un göründüğünden daha fazlası olduğunu yazdılar. şüphesiz ki zizek de bu fikirde.

zizek, lacan odaklı hitchcock okumasını şu filmler üzerinden gerçekleştirir:

bir kadın kayboldu ( the lady venishes – 1938 ), sabotör ( saboteur – 1942 )

notorious ( 1946 ), ip ( rope – 1948 ) , trendeki yabancılar ( strangers on a train – 1951 ), itiraf ediyorum

( i confess – 1953 ), arka pencere ( rear window - 1954), yanlış adam ( the wrong man – 1956 ) , yükseklik

korkusu ( vertigo – 1958 ) , gizli teşkilat ( north by northwest – 1959 ), sapık ( psycho – 1960 ) ,

kuşlar ( birds – 1963 )

elektronik müzik bestecisi ilhan mimaroğlu esprili bir yazısında ölümsüz operalardan bazılarının özet olarak konularını yazmıştı: romeo ve juliette: kızın öldüğünü sanan oğlan kendini öldürdüğünde kız kendini öldürür ; rigoletto : adam istemeden kızını öldürtmüş olur ;

aida : adamla kadın mezara girip ölümlerini beklerler ; otello: adam kadını öldürdükten sonra kendini de öldürür……

hitchock sinemasına bu espirinin birazıyla bakmayı deneyelim şimdi de.


3.filmleriyle alfred hitchcock’un ideolojisi

“bir kadın kayboldu” : trenle ülkesi ingiltere’ye dönmekte olan iris trende hoş bir yaşlı kadınla tanışır. yolculuğun bir anında yaşlı kadın aniden ortadan kaybolur. iris onu bulmaya çalışır. trendeki yolcular yaşlı kadını hiç görmediklerini söyleyince durum garipleşir. yolculardan sadece genç bir müzisyen inanır iris’e ve yaşlı kadını aramada iris’e yardımcı olur. anlaşılır ki yaşlı kadın bir ingiliz casusudur ve trendeki yolcular da karşı (!) ülkeden bir casuslar topluluğudur.

mutlu son : yaşlı kadın kurtarılır. böylece yaşlı kadın, iris ve müzisyen hep birlikte ingiltere’nin çıkarlarını korumuş olurlar…

“ ip “: iki eşcinsel arkadaş sırf zevk olsun diye (!) okuldaki bir arkadaşlarını öldürüp bir sandığa koyarlar. içinde ceset olan sandık o gece öldürdükleri çocuğun ailesi ve nişanlısı tarafından verilecek partide partinin yapıldığı odada tutulacaktır!..iki eşcinsel o gece partiye katılan eski öğretmenlerini sandığı tuttukları bu odada etkilemeye çalışacaklardır!..

tabii ki james stewart film ilerledikçe durumu fark edecek ve toplumu bu iki eşcinsel sapıktan (!) kurtarıp onları hapse attıracaktır. biz de film bittiğinde sadece zevk için adam öldüren bu iki kişi neden eşcinsel seçilmiş ya da eşcinsel bu iki kişi birini öldürebildikleri halde ortada cinsel bir istek de yokken öğretmenlerini etkilemeye neden çalışsınlar ki…gibi sorularla koltuklarda oturur kalırız.

“ itiraf ediyorum “ : hırsızlık yaparken bir avukat tarafından yakalanan bir alman mülteci (!)

kendisini yakalayan avukatı öldürür. hırsızlığı sırasında rahip cübbesi giyen bu adam sonra sonra suçunu bir rahibe itiraf eder. hırsızlık sırasında giydiği cübbe dolayısıyla hırsızlık rahibin üstüne kalır polis gerçek rahibi tutuklar. suçsuz olduğunu rahatlıkla anlatabilecekken onurlu ve ettiği dini yemine sadık kalan rahip susmayı seçer ve hırsızı ele vermez…mahkeme ilerledikçe hırsızın karısı rahibin suçsuz yere hapse atılmasına gönlü razı olmaz ve kocasının hırsız olduğunu açıklar. biz de iyice ikna oluruz: tabii ki kilise ve din adamları asla suç işlemez .…

“ kuşlar “: doğa nedensiz yere (nedensiz olması önemli !...) çığırından çıkmış şiddet düşkünü kuşlarını insanların üstüne salar. hemen fark edilecektir ki kötülük dışlaştırılmış ve kaynağı bu film özelinde doğanın kuşları yapılmıştır. sinema tarihinde ileride de karşımıza bol bol çıkacak olan örümceklerden, köpek balıklarından, uzaydan gelen yaratıklardan, dinazorlardan sadece biridir kuşlar.

ingiliz ya da amerikan sineması hep aynı sağcı şeyi söyleyecektir: kötülük bizde bulunmaz olsa olsa dışarıdan gelir.

sonuç olarak, her zaman bizleri ve dünyayı koruyacak olan beyaz amerika’lılar imdadımıza yetişecek ve bu canavar kuşlardan bizi kurtaracaktır.…. biz de anlarız ki ‘tarih boyunca çıkarları için doğayı yok eden hayvanlar değil insanlardır’ cümlesi bir kez olsun hitchcock’un sinemasında geçmeyecektir. ya zizek’in hitchcock okumasında bu cümle yazılı mıdır, ona da hayır demek zorundayız.

“arka pencere” : zengin beyaz amerikalı erkeğin kırık ayaklısı bile toplum düzeninin bozulmaması için savaşımını verir ve toplumu kötülerden korur.

sadece bu birkaç örnek bile hitchcock’un ideolojisi hakkında bize bazı ip uçları vermektedir. diğer filmlerin söylemlerinin de zengin beyazı, asaleti, kiliseyi, ingiltere’yi, amerika’yı, iktidarı korumaya yönelik söylemler olduğunu şimdiden söyleyelim.

hitchcock’un hiçbir zaman sistemle bir sorunu olmamıştır. sorunu olmadığı gibi kendiliğinden onu seven ve yücelten işler yapmıştır. önce de söylediğimiz gibi sinema doldurulması gereken koltuklar demektir ve aile, kilise ve devlet kutsaldır...

şimdi olayın zizek ve lacan kısmına geri dönelim. zizek nedense ideoloji problemlerini didikleyen parlak bir düşünür olduğu halde merceğe aldığı hitchcock gibi bir yönetmenin ideolojisini bir kere olsun sorgulamamış, hitchcock’un populer sinema yapışında edindiği sağcı duruşu bir kez olsun deşifre etmemiştir. zizek’in lacan üzerinden hitchcock okumasındaki eksikliği gerçekte cahiers du cinema’cılarda da bulmak mümkündür. burada da hitchcock’un ideolojisi ısrarla atlanmaktadır.

durum şöyle de özetlenebilir: başta hitchcock’u finanse eden yapımcılar olmak üzere hitchcock ve filmleri, filmlerinin kahramanları lacan’ca söylersek açık ÖTEKİ dir. zizek’in ÖTEKİ ile araya konulacak mesafe meselesini hatırlayacak olursak hitchcock’la ve getirdiği büyük aldatmayla aramıza mesafe konulması gerekliği ortadadır.

sonuç olarak, zizek gibi populer sinemada kalarak başka örnekler arayacak olursak , ÖTEKİ nin baş savunucusu ve motorlarından sam raimi’nin tek önemli işi olan ve para için savrulan sıradan insanları işlediği “ basit bir plan”ı ; david mamet’in zamanla hırsızlığı seven ve aldatılmayı kaldıramayıp sonunda cinayeti bile göze alan psikiyatristi anlattığı “oyun evi” si cinayet-polisiye-gerilim-kara film yelpazesinde bu anlamda çok daha doğru bir yerde durmaktadırlar.

uygar asan

SINIRDA dergisinde yayımlandı

Şubat-nisan 2007 , sayı:6


23 Mart 2010 Salı

özgeçmiş: uygar asan

1967 yılında ısparta’da doğdu.
ilk okulu gümüşhane’de, ortaokulu ısparta’da liseyi konya’da bitirdi. bir süre uludağ üniversitesi elektronik mühendisliğinde, bir süre de 9 eylül üniversitesi endüstri mühendisliğinde okudu. ardından, 1993- 95 yılları arası, 2 yıl mimar sinan üniversitesi güzel sanatlar fakültesi sinema-tv bölümüne devam etti.

1995-2002 yılları arasında, sinema dışında pek çok işte çalıştı. bu yıllarda sadece edebiyatla ilgilendi, şiirler ve yazılar yayımladı.
2002 yılında artun yeres(yan) ile birlikte resim sanatı merkezli "hiroshige ve hokusai’ den mevsimler" (46. tokyo uluslararası film ve video festivali en iyi ikinci film); "edward hopper: bir yalnızlık baladı"; "egon schiele: aynadaki suret"; "toulouse-lautrec: ah! hayat! hayat!" ve "levni ve surname" başlıklı 5 kısa deneysel çalışmanın senaryosunu yazdı.
2003 yılından beri kendi filmlerini yazıp yönetiyor.
videografi ( senarist / yönetmen )

1992, 1995: 13
“arınma” temalı 13 dakikalık deneysel kısa film

2003: rüzgarin evi nerede?
trt 2 “genç sinemacılar” çerçevesinde gerçekleştirilen 16 dakikalık
dramatik kısa film.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.

2003: perpetuum immobile
“ sürekli durağanlık “ , çağdaş klasik müzik bestecisi ilhan usmanbaş’ ın aynı adlı
bestesi üzerine yapılmış bestecinin kendisinin de yer aldığı 8,5 dakikalık deneysel kısa film.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.
2003: boşluğa atlayış: ilhan usmanbaş
çağdaş klasik müzik bestecisi ilhan usmanbaş hakkında yapılmış 56 dakikalık bir belgesel film. belgesel , “ 1. istanbul akdeniz çağdaş müzik günleri “ açılış filmidir.
Tarayıcınız bu resmin gösterilmesini desteklemiyor olabilir.

2005: kış bahçesi
görüntü yönetmenliğini de kendisinin üstlendiği, türkiye’de dijital çekilip dijital gösterime giren dramatik yapılı ilk uzun dijital sinema örneğidir. 84 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
25. istanbul uluslararası film festivali, yarışma dışı, 2006

2007: kabuk
yönetmenin ikinci uzun dijital sinema çalışması. 100 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
19. ankara uluslararası film festivali / ulusal sinema bölümü, 2008
27. istanbul uluslararası film festivali, yarışma dışı, 2008
49. selanik uluslararası film festivali / çağdaş türk sinemasına saygı bölümü, 2008
2. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / türk sinemasına saygı bölümü, 2009
2. slow film festivali, - eger-macaristan, 2008

2009: düğüm
yönetmenin üçüncü uzun dijital çalışması. 71 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
20. ankara uluslararası film festivali / ulusal sinema bölümü, 2009
28. istanbul uluslararası film festivali / yeni türk sineması bölümü, 2009
11. osian’s cinefan film festivali, new delhi-hindistan / yarışmalı bölüm, 2009
3. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / 10.000$ altı filmler yarışmalı bölümü, 2010

2011: dağınıklar kenti

yönetmenin dördüncü uzun dijital çalışması. 85 dakikadır.
yer aldığı festivaller:
30. uluslararası istanbul film festivali / yeni türk sineması bölümü, nisan 2011
6. uluslararası sinemardin film festivali, haziran 2011
8. altın kayısı, yerevan uluslararası film festivali / “directors across the borders” bölümü
    yerevan-ermenistan, temmuz 2011
5. kürt film festivali, frankfurt-almanya



biography & videography: uygar asan


he was born in isparta in 1967, studied at mimar sinan fine arts faculty cinema-tv department for two years.
between years 1995 and 2002, he worked in various jobs except cinema. during these years he was only interested in literature; published poems and writings.
by year 2003 he started to write and direct his own films.
now he lives in istanbul.

videography

1992, 1995: 13
(13 min.)
thirteen minutes long experimental short video with the theme “purification”

2003: where is the house of the wind? (16 min.)
sixteen minutes long dramatic short video realized in scope of trt 2 “young moviemakers”


2003: perpetuum immobile (8,30 min.)
“permanent immobility”, eight minutes long experimental short video named after the composition by the contemporary classical music composer ilhan usmanbaş, with his own appearance.

2003: leap into the void : ilhan usmanbaş (56 min.)documentary was the opening film of the “1st istanbul mediterrenean contemporary music days.

fifty seven minutes long documentary about contemporary classical music composer ilhan usmanbaş.



2005: winter garden (84 min.)the first dramatic digital cinema of the director.
this film is the first digitally projected cinema in turkey without being transferred to 35 mm.format.
25th istanbul int’ film festival-turkey - 2006 (out of competition)

2007 : shell (100 min.)
the second dramatic digital cinema of the director.

19th ankara int’ film festival/national turkish cinema - turkey- 2008
27th istanbul int’ film festival- turkey2008 (out of competition)
49th thessaloniki int’ film festival / balkan survey
-tribute to contemporary turkish cinema- greece 2008
2th cinemacity film festival / respect to turkey/ novi sad/ srbija - 2009
2th slow film festival- eger/ hungary-2008

2009: knot (71 min.)
the third dramatic digital cinema of the director.

20th ankara int’ film festival / national turkish cinema- turkey, 2009
28th istanbul int’ film festival / new turkish cinema- turkey, 2009
11th osian’s cinefan film festival / in competition - new delhi/india, 2009
3th cinemacity film festival / novi sad - srbija /up to 10.000$ bucks competition, 2010



2011: city of the scattered (85 min.)
the fourth dramatic digital cinema of the director.

30th istanbul int’ film festival / new turkish cinema- turkey, 2011
6th sine-mardin international film festival – turkey, 2011
8th golden apricot, yerevan international film fest / “directors across the borders”
– armenia, july 2011
5th kurdish film festival, frankfurt-germany

dijital sinema


a .

videoyu doğuran kendi yayın mantığıyla (bant) televizyondur. televizyon, özel (!) alanlara girerek sokaktan içeri kapatılmış insanı evinde avlar. ve bu sinemanın kişiyle sinema salonunda karşılaşmasıyla aynı şey değildir. kişi, sinemadan sokağa, televizyondan uykuya geçer. dağıtımın kapitalist mantığını unutmadan söylemeliyiz ki bu, bir film kiralayıp filmi evde seyretmekle de aynı değildir.

bu yüzden, videonun tartışması gereken ilk konu televizyondur. ’zap’ seçim yapmak değil, ideolojik süzgeçten geçirilmiş kısıtlı verilerin içinde dolaşmaktır.

video, televizyonun zihniyetinden kopmalıdır.


b .

videonun, kolayca ulaşılır ve taşınabilir özelliğiyle hareketi pratikleştirmesi, hızın yanlış yorumlanmasına yol açabilir : “ hızdan dolayı geç kalmak mümkündür “ .


c .

video, üretim ilişkilerini değiştirerek sinemayı demokratikleştirecek potansiyeldedir ki bu bir başlangıçtır.


ç.

video, kapitalist dağıtım tekellerini kıracak potansiyeldedir ki bu bir başlangıçtır.


d .

videonun getireceği her tür saçmalığı, can sıkıntısını, boş planları, zararlı böceklere tercih ederiz. şimdilik. sonra başlayacak tartışma için şimdiden alıntılayalım : “ dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır “.


e .

reklam(cı), eksiklik yanılsaması yaratarak kendini var eder. o hiç tamamlanmayacak, hep daha ’yeni’si karşımıza çıkartılıp durulacak eksiklikler !..

sanat, reklamın yarattığı eksiklik yanılsamasını ‘imrenme’ duygusuyla şişirip biz daha düşünmeye fırsat bulamadan kendini bize sattırtan bir nesne değildir. video, bu hesaplaşmada gerekli sözü almalıdır.


f .

sisteme hizmet etmeyen en yalın cümle dahi oluş’u kabartır. bir süreç isteyen ‘aşma’ , oluş’un çocuğudur. video, cümlesine dikkat etmelidir.


g .

schwitters, duchamp, soulages, arslan, bacon, rothko, orhon, dubuffet, tanguy, mondrian, malevich, kossuth, lissitzky, hopper, webern, cage, feldman, varese, lautreamont, ayhan, mallarme, jabes, celan, ırgat, dağlarca, o. bener, faik, uzun, erbil,karasu, beckett, kafka, artaud, marx, deleuze, levinas, clastres, stirner, said, negri, heidegger, nietszche, stoppard, brecht, tatlin, giacometti…

yan yana nasıl tınlıyorlarsa...

tarr, jost, godard, tarkovski, liang, angelopoulos, bresson, quay’ler, svankmajer, menkes, herzog, ivens, vertov, marker da işte öyle. . .


ğ .

uzun plan, sinemasal zamanı gerçek zamanla eşleştirir.

bu, montajın plan içinde gerçekleştirilmesidir. geriye sadece kes yapıştır kalır.

uzun planın taşıdığı ‘ yabancılaştırma efekti ’ özelliği bizi montaj teorilerinden

çok brecht’e yaklaştırır.


h .

warhol, lichtenstein ....

pop ve dekoratif sanattan tiksinti !


ı .


ve “,

ne güzel bir tümce



uygar asan

kadikoy - istanbul


digital cinema


a .

what generates video is television (tape) with its own broadcast logic.

television gets into private (!) spaces, and hunts person

confined in her/his home. this is not the same as cinema

meeting people in theatre. person goes to street after cinema, and

to sleep after television. keeping mind capitalist logic of distribution,

it must be noted that it is not to same to rent a film and watch it at home.

therefore, the first issue required to be discussed by video

is television. ‘zapping’ is not making choices, but wandering in

limited data drained through an ideological filter.

video must break free from mentality of television.


b .

the fact that video can facilitate movement thanks to its

quality of being easily accessible and portable may lead to

misinterpretation of speed.

“it is possible to be late due to speed”.


c .

video possess a potential to change modes of production and democratize cinema.


ç.

video possess the potential to break down capitalist distribution monopolies.


d .

any nonsense, boredom, meaningless plans to be brought by video

are preferred to harmful insects.

for now.

as for the discussion to start later, here it goes:

“limits of our language are the limits of our world.”


e .

advertise(r)ment brings her/him/itself into being by creating an illusion of lack.

those lacks never to be completed, always having a

‘never’ version that we are confronted!..

art is not an object that balloons illusion of lack created by

advertisement with sense of ‘envy’, and makes itself

sold to us when we are unable to find the chance to think over.

video, must take the required floor in such a showdown.


f .

even the simplest sentence not serving to the system bloats becoming.

‘transgression' requiring a process is the child of ‘becoming’.

attention must be paid to video’s sentence.


g .

just as the way following makes one think: schwitters, duchamp, soulages, arslan,

bacon, rothko, orhon, dubuffet, tanguy, mondrian, malevich, kossuth,

lissitzky, hopper, webern, cage, feldman, varese, lautreamont, ayhan,

mallarme, jabes, celan, ırgat, dağlarca, o. bener, faik, uzun, erbil, karasu,

beckett, kafka, artaud, marx, deleuze, levinas, clastres, stirner, said,

negri, heidegger, nietszche, stoppard, brecht, tatlin, giacometti…


so do the following: jost, tarr, godard, tarkovski, liang, angelopoulos, bunuel,

bresson, ozu, loach, herzog.


ğ .

long shot makes cinematic time correspond with real time.

this is editing within the plan.

remains only cut-paste.

long shot’s quality of ‘alienation effect’

makes us approach to brecht than theories of editing.


h .

warhol, lichtenstein ....

disgust against pop and decorative art !


ı .

and

what a beautiful sentence !


uygar asan

kadıköy / istanbul


translated by: nilay kacar


düğüm (knot, 2009)















nedir, “sonsuzluğun öteki saatlerinde de bu böyle sürüp gidiyordu”

diyen lautreamont’un kastettiği?

nedir, ece ayhan’ın şiirinde “düğüm”e dair olan?

nedir, ‘yürümeyen’ evlerin o kapalı düzeninde?


sahi, nereden başlanır bir “düğüm”ü çözmeye?


***

what is it that lautreamont means when writing

“and so it continues, for all the hours of eternity”?

what is it concerning the “knot” in ece ayhan’s poetry?

what is it that goes wrong in that hidden world of families?


truly, from where shall a “knot” started to be loosed?









11. osian’s cinefan film festivali / yeni delhi - hindistan

düğüm, festival katalog yazısı

aşırı baskı altındaki bireyin durumunun, insanı, hayata dair her şeyin geçici, iğreti ve anlamsız olduğu sonucuna sürükleyebilir olması. bu nedenle en kutsal olanın da, insan hayatının da vazgeçilebilir olduğu sonucuna. aşırı bir yaşama korkusuna tezat oluşturan hayatın karmaşasının pratikte bir araya gelmeyişi, zaman zaman benliği baş başa bırakır hissizlikle. eylemle eylemsizlik arasında kararsız kalışla. o kararsız kalış ki ironik biçimde, akan saf algı görüntüsünü doğuran. gördüğü şeyi ilgiye göre sınıflandırmaya çalışmadan algılamaktan ve düşünmekten kurtulmuş bir görüş. popüler melodram mantığına karşı. bununla beraber, televizyon melodramı yıllarının dijital algı görüntüsüni kullanarak. beş ya da altı ruh halinden biridir kişinin böylesi psişik bir karmaşada geçtiği. birbirinin peşi sıra staz (hareketsizlik) ve çalkantı. tezat oluşturan öğelerin aşırı sabitliğiyle başlayıp, akışa yol açan öğelerin çatışmasından geçerek, tek yönlü verilen bir kararın sabitliğine varış. melankolinin içinde girişilen yolculukla birbirinin içine geçen hareketlerin, yüz ifadelerinin ve jestlerin karmaşık ve müziksel sıralaması. filmin melankoliyi olduğu gibi, dolayısıyla da açık uçlu sunuşu. melankolinin içinde, şans eseri ve büyük bir zerafetle kaçınırız sıralamayı izlemekten…

dr. kaushik bhaumik

çeviren: nilay kacar


***

11th osian’s cinefan film festival / düğüm (knot)

that in the case of individual can in extreme repression lead to one concluding that all in life is provisional and meaningless. hence the most sacred is dipensable too. human life too. the chaos of the world contrasted with extreme dread of life not coming together in its practicalities splits the self into numbness from time to time. the inability to decide between action or passivity. ıronically giving birth to the pure perception image in drift. sight freed from reasoning and perceiving without trying to classify what it sees according to interest. against the logic of popular melodrama. and yet, a digital perception image emerging from years of televisual melodrama. one amongst five or six states of the mind one goes through during such psychic tumult. stasis and turbulence alternate throughout. we begin with extreme stasis of elements of contradiction pass through conflict between the elements leading up to drift and finally the stasis of decision made in one direction. complex musical lines of movements, facial expressions and gestures intertwined through the passage through melancholia. film representing melancholia as it is and therefore open-ended. ın melancholia, it’s by chance, by sheer grace that we avoid the thread…

dr. kaushik bhaumik











istanbul uluslararası film festivali, 2009

diğer filmleri tartışmaya çok yer kalmasa da, hd ile çekilmiş, uygar asan’ın knot-düğüm filmi bahsedilmeyi hak ediyor, çok mütevazi yapım ve teknik değerlerinin arkasında düzeyli bir gerilim ve ciddiyeti tutturmayı başarmış. minimal diyaloglar ve oyunculukla, oğlun hiç görmediğimiz ama ataerkil otoriteyi bir şekilde temsil ettiğini bildiğimiz ölmeye yakın bir babayla geçirdiği yalnız ve ızdırap dolu günlerini kayda geçiriyor. filmin son planında oğlun can çekişen ruh haliyle yatak odasına yavaşça yürümesi ve tahmin ettiğimiz gibi babasını öldürmeye niyetlenmesi oldukça ürpertici. ilk filmi kış bahçesi, -türkiye’de ilk dijital çekilip dijital gösterilen film- olan yönetmen rahat ve usta biçemiyle, bize değişen ve gelişen teknolojinin geleceğin sinemasını etkileyecek olmasına rağmen, film yapmanın en önemli öğesinin zeka ve bir auteur duyarlılığı olmaya devam edeceğini gösteriyor.

tony pipolo


***

istanbul international film festival, 2009

…..

while space does not permit extensive discussion of other films, it is worth mentioning uygar asan’s knot, shot in hd, which achieves a level of tension and seriousness belied by its modest production and technical values. with minimal dialog and acting, it chronicles a son’s lonely and tortured days watching over a dying father whom we never see but who somehow stands for patriarchal authority. the final shot of the son emerging from his moribund state and walking slowly towards the bedroom where we know that he intends to kill his father is chilling. the director, whose debut feature, winter garden, was the first turkish film shot and screened digitally, demonstrates a comfort and mastery of the form that confirms that, however changing technology affects the future of cinema, the most important element in the making of motion pictures will still be the intelligence and sensibility of an auteur.

tony pipolo

kaynak:

http://www.cineaste.com/articles/istanbul-international-film-festivalweb-exclusive














cast & credits:

sezgin cengiz

ayşegül akbulut, emre saka, murat vanlı

music: kunt aksoy

sound: uygar asan

executive producer: çağdaş asan

art director: uygar asan

editing: pınar asan & uygar asan

director of photography: uygar asan

producer: anita sezgener & uygar asan

written & directed: uygar asan


2009, 71 minutes, digital betacam



festivals:

20th ankara int’ film festival / national turkish cinema- turkey 2009

28th istanbul int’ film festival / new turkish cinema- turkey 2009

11th osian’s cinefan film festival / in competition - new delhi/india- 2009

3. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / up to 10.000$ bucks competition, 2010


dağıtım:

yesil karınca

video düş laboratuvarı

www.yesilkarinca.com


kabuk (shell, 2007)



"kış bahçesi”nden sonra, "kabuk" yönetmen uygar asan’ın ikinci uzun dijital sinema çalışmasıdır.














‘kabuğuna çekilmek’, ‘kabuğunda yaşamak’, ‘yabancılaşma’ dediğimiz zaman

anlatmaya çalıştığımız şey tam olarak nedir?

“kabuk”un kahramanı burhan’ı uyumsuzlukla, beceriksizlikle suçlayarak

kestirip atabilir miyiz konuyu?

burhan, seçen midir, içeri itilen mi? nereden başlayabiliriz durumu anlamaya ?

başka bir deyişle “kabuk”, ‘kabuğunda yaşamak’ sorununu mercek altına alırken

baba -iktidar, yabancılaşma gibi kavramlara da uğrayan ve durumun sadece

kişisel bir açmazdan kaynaklı olup olmadığının sorusunu da soran bir ağ kurmaktadır.









what is that we exactly want to mean when saying expressions and concepts such as

‘creeping into one’s own shell’, ‘living inside the shell’, ‘estrangement’?

the video cinema “shell”, while focusing on the concept of ‘living inside the shell’,

it weaves a net around the concepts of patriarchy-power, lack of communication and

estrangement.

“shell” is the second long video cinema of the director, uygar asan after the first one,

“winter garden”, which has been the first long video cinema in turkey shot

and screened digitally.




























sezgin cengiz

ayşe bayramoğlu, tolga iskit

barış atay mengüllüoğlu, emre saka, tolga yeter

yönetmen yardımcısı: pınar asan

ses / müzik: tolga çelik

ses asistanı: gökhan güçtekin

sanat yönetimi: anita sezgener / nilay kacar

kurgu: uygar asan

görüntü yönetmeni: uygar asan

yürütücü yapımcı: anita sezgener

yazan & yöneten & yapımcı: uygar asan

yapım yılı & süre: 2007 & 100 dakika

format: dijital betacam

ilk gösterim: 9 ekim 2007


yer aldığı festivaller:

27. istanbul uluslararası film festivali, yarışma dışı, 2008

19. ankara uluslararası film festivali / ulusal sinema bölümü, 2008

49. selanik uluslararası film festivali / çağdaş türk sinemasına saygı bölümü, 2008

2. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / türk sinemasına saygı bölümü, 2009

2. slow film festivali, eger-macaristan, 2008


festivals:

19th Ankara Int’ Film Festival/National Turkish Cinema - Turkey- 2008

27th Istanbul Int’ Film Festival- Turkey 2008 (out of competition)

49th Thessaloniki Int’ Film Festival / Balkan Survey

-Tribute to Contemporary Turkish Cinema- Greece 2008

2th Cinemacity Film Festival / Respect to Turkey/ Novi Sad/ Srbija - 2009

2th Slow Film Festival- Eger/ Hungary-2008


dağıtım:

yeşil karınca

video düş laboratuvarı

www.yesilkarinca.com


not:

kabuk, kültür bakanlığı senaryo yazım ve geliştirme fonundan yararlanmıştır.