2010 yılı itibariyle “dağınıklar kenti” adlı yeni projemin
hazırlıklarını sürdürmekteyim.
görünen, ancak 2011’in ilk aylarına tamamlanabileceği;
malum, hayat işte!….
fotoğraf & yazılar & şiirler & dijital sinema...
2010 yılı itibariyle “dağınıklar kenti” adlı yeni projemin
hazırlıklarını sürdürmekteyim.
görünen, ancak 2011’in ilk aylarına tamamlanabileceği;
malum, hayat işte!….
marker iletişim kurmak istiyor, bu kesin.
sinema dilini kullanmayı seçmiş bir sinemacı neden bizi sözcüklerin dünyasına göndermek istesin !...yapıtın doğum sürecinin ilk aşaması olan ve henüz sözcüklerin dünyasında dolaşarak yapılan ön çalışmanın altını kalınca çizmek marker’ın derdi ...
kişisel bir yorum, ama cevabım bu : bir yapıtın taşıyacağı ideoloji ve dolaşacağı derinlik henüz sözcüklerin dünyasında olduğumuz o ilk anlarda kurulacak.
bir sinemacı olarak çok sade bir soru soruyorsunuz : gerçekten durum bu mu, bu sovyet karşıtı propaganda içinde doğruluk payı var mı yoksa tümden uyutuluyor muyuz ?
edward said’in altını çizdiği anlamda entelektüel bir sinemacıdan bu anlamda nasıl bir çalışma gerçekleştirmesini bekleriz?..
aktaralım : kamerayı koyduğumuz yer, objektifin yerden yüksekliği, kurduğumuz çerçeve,
bütün kamera hareketleri, çok genel bir ifadeyle ‘neyi nasıl söylediğiniz’ bir ahlak problemidir.***
kabaca ve hızla geçelim :
sibirya’daki bu köyde de insanlar sabah erkenden kalkıp işe gidiyorlar...
bilinmeli ki tarih zaman zaman gecikse de affetmez.
bir belgesel (!) çalışması.çalışmaya beni ilk uyandıran artun yeres’tir.
2004
zizek’in hitchcock okuması ya da zizek’e yamuk yapmak
1. öteki / ÖTEKİ
öteki : 1936, lacan’ın “ayna evresi” adlı çalışmasını yayımladığı yıl. kısaca şöyle özetlenebilir : 1,5 - 6 yaş arası çocuk kendi kendini tanımayı birbirini izleyen 3 aşamada gerçekleştirir. ilk aşamada, aynanın karşısında duran çocuk, kendisi ile bir yanılsama olan aynadaki “öteki”nin görüntüsünü karıştırır. ikinci aşamada çocuk, aynadaki görüntüsünün bir yanılsama olduğunu fark eder. üçüncü aşamada ise çocuk aynadaki yanılsamanın, kendisine ait olduğunu kavrar. çocuk gerçekte zihnen sahip olmadığı vücut birliğini aynadaki yanılsamasıyla özdeşleşerek yaşar. bu, öznenin hem kendi benliğini hem de başkası’nı kavramaya çalışmasıdır. ne var ki lacan’a göre kendini tanıma, ayna karşısındaki bu yanılsama anından başka bir şey değildir, başka bir deyişle kendini tanıma gerçekte “öteki” olarak kendini tanımadır ve lacan’a göre bu “ben”in temelidir.
zamanla çocuk başka öteki’leri algılamaya başlar. bu algılar bedensel tamlık yanılsamasını bozduğu için parçalanma yaratır ve çocukta ‘eksik’ olma duygusu gelişir.
ÖTEKİ, devlet, toplum, aile, akrabalar, yasalar…kısaca ‘simgesel düzen’. özne olmak için, öteki’nin ÖTEKİ ile karşılaşması gerekir. bu karşılaşma ÖTEKİ’nin uyum sağlanması gereken bir “eksiksiz “ olduğu yanılgısıyla gerçekleşir. tehlike tam da buradadır. kendisinin ‘eksik’, ÖTEKİnin ‘eksiksiz’ olduğu yanılsaması ile randevusuna giden özne bu karşılaşma sürecinde değişecektir. öznenin aldandığı ve kendisini ÖTEKİne eklemesiyle son bulacak bir süreç. deleuze’cu bir anlatımla söyleyecek olursak bu, öznenin kaygan zemine geçebilecekken gardını indirerek pürtüklü zemine eklenişi, başka bir deyişle kaçış mekanizmasının öznenin içinden alınışıdır.
zizek, öznenin simgesel düzenle arasına mesafe koyarak bu aldanışı geçebileceğini söyler. zizek kuşkusunu koruyarak der ki “ bir psikotik, tam da bu ÖTEKİne aldanmayan bir öznedir...psikotik öznenin ÖTEKİne duyduğu güvensizlik …tutarlı bir ÖTEKİye; boşlukları olmayan bir ÖTEKİye, ”ÖTEKİnin ÖTEKİsine” duyulan sarsılmaz bir inançla desteklenir”.
2. zizek’in sinema sevgisi ve odaklandığı hitchcock filmleri
yoruma açık…
bu yetenekli zanaatkar 1980 yılında amerika’da öldüğünde televizyon için yaptıkları dahil yaklaşık 70 filmin sahibiydi. ününün ciddi bir bölümünü fransız yeni dalga akımının üssü olan cahiers du cinema dergisi yazarlarından f.truffaut, c. chabrol ve e.rohmer’e borçludur. bu yazarlar, hitchcock’un gördüğü ilgiden daha fazlasını hak ettiğini çünkü hitchcock’un göründüğünden daha fazlası olduğunu yazdılar. şüphesiz ki zizek de bu fikirde.
zizek, lacan odaklı hitchcock okumasını şu filmler üzerinden gerçekleştirir:
bir kadın kayboldu ( the lady venishes – 1938 ), sabotör ( saboteur – 1942 )
notorious ( 1946 ), ip ( rope – 1948 ) , trendeki yabancılar ( strangers on a train – 1951 ), itiraf ediyorum
( i confess – 1953 ), arka pencere ( rear window - 1954), yanlış adam ( the wrong man – 1956 ) , yükseklik
korkusu ( vertigo – 1958 ) , gizli teşkilat ( north by northwest – 1959 ), sapık ( psycho – 1960 ) ,
kuşlar ( birds – 1963 )
aida : adamla kadın mezara girip ölümlerini beklerler ; otello: adam kadını öldürdükten sonra kendini de öldürür……
mutlu son : yaşlı kadın kurtarılır. böylece yaşlı kadın, iris ve müzisyen hep birlikte ingiltere’nin çıkarlarını korumuş olurlar…
tabii ki james stewart film ilerledikçe durumu fark edecek ve toplumu bu iki eşcinsel sapıktan (!) kurtarıp onları hapse attıracaktır. biz de film bittiğinde sadece zevk için adam öldüren bu iki kişi neden eşcinsel seçilmiş ya da eşcinsel bu iki kişi birini öldürebildikleri halde ortada cinsel bir istek de yokken öğretmenlerini etkilemeye neden çalışsınlar ki…gibi sorularla koltuklarda oturur kalırız.
kendisini yakalayan avukatı öldürür. hırsızlığı sırasında rahip cübbesi giyen bu adam sonra sonra suçunu bir rahibe itiraf eder. hırsızlık sırasında giydiği cübbe dolayısıyla hırsızlık rahibin üstüne kalır polis gerçek rahibi tutuklar. suçsuz olduğunu rahatlıkla anlatabilecekken onurlu ve ettiği dini yemine sadık kalan rahip susmayı seçer ve hırsızı ele vermez…mahkeme ilerledikçe hırsızın karısı rahibin suçsuz yere hapse atılmasına gönlü razı olmaz ve kocasının hırsız olduğunu açıklar. biz de iyice ikna oluruz: tabii ki kilise ve din adamları asla suç işlemez .…
ingiliz ya da amerikan sineması hep aynı sağcı şeyi söyleyecektir: kötülük bizde bulunmaz olsa olsa dışarıdan gelir.
sonuç olarak, her zaman bizleri ve dünyayı koruyacak olan beyaz amerika’lılar imdadımıza yetişecek ve bu canavar kuşlardan bizi kurtaracaktır.…. biz de anlarız ki ‘tarih boyunca çıkarları için doğayı yok eden hayvanlar değil insanlardır’ cümlesi bir kez olsun hitchcock’un sinemasında geçmeyecektir. ya zizek’in hitchcock okumasında bu cümle yazılı mıdır, ona da hayır demek zorundayız.
sonuç olarak, zizek gibi populer sinemada kalarak başka örnekler arayacak olursak , ÖTEKİ nin baş savunucusu ve motorlarından sam raimi’nin tek önemli işi olan ve para için savrulan sıradan insanları işlediği “ basit bir plan”ı ; david mamet’in zamanla hırsızlığı seven ve aldatılmayı kaldıramayıp sonunda cinayeti bile göze alan psikiyatristi anlattığı “oyun evi” si cinayet-polisiye-gerilim-kara film yelpazesinde bu anlamda çok daha doğru bir yerde durmaktadırlar.
Şubat-nisan 2007 , sayı:6
a .
videoyu doğuran kendi yayın mantığıyla (bant) televizyondur. televizyon, özel (!) alanlara girerek sokaktan içeri kapatılmış insanı evinde avlar. ve bu sinemanın kişiyle sinema salonunda karşılaşmasıyla aynı şey değildir. kişi, sinemadan sokağa, televizyondan uykuya geçer. dağıtımın kapitalist mantığını unutmadan söylemeliyiz ki bu, bir film kiralayıp filmi evde seyretmekle de aynı değildir.
bu yüzden, videonun tartışması gereken ilk konu televizyondur. ’zap’ seçim yapmak değil, ideolojik süzgeçten geçirilmiş kısıtlı verilerin içinde dolaşmaktır.
video, televizyonun zihniyetinden kopmalıdır.
b .
videonun, kolayca ulaşılır ve taşınabilir özelliğiyle hareketi pratikleştirmesi, hızın yanlış yorumlanmasına yol açabilir : “ hızdan dolayı geç kalmak mümkündür “ .
c .
video, üretim ilişkilerini değiştirerek sinemayı demokratikleştirecek potansiyeldedir ki bu bir başlangıçtır.
ç.
video, kapitalist dağıtım tekellerini kıracak potansiyeldedir ki bu bir başlangıçtır.
d .
videonun getireceği her tür saçmalığı, can sıkıntısını, boş planları, zararlı böceklere tercih ederiz. şimdilik. sonra başlayacak tartışma için şimdiden alıntılayalım : “ dilimizin sınırları dünyamızın sınırlarıdır “.
e .
reklam(cı), eksiklik yanılsaması yaratarak kendini var eder. o hiç tamamlanmayacak, hep daha ’yeni’si karşımıza çıkartılıp durulacak eksiklikler !..
sanat, reklamın yarattığı eksiklik yanılsamasını ‘imrenme’ duygusuyla şişirip biz daha düşünmeye fırsat bulamadan kendini bize sattırtan bir nesne değildir. video, bu hesaplaşmada gerekli sözü almalıdır.
f .
sisteme hizmet etmeyen en yalın cümle dahi oluş’u kabartır. bir süreç isteyen ‘aşma’ , oluş’un çocuğudur. video, cümlesine dikkat etmelidir.
schwitters, duchamp, soulages, arslan, bacon, rothko, orhon, dubuffet, tanguy, mondrian, malevich, kossuth, lissitzky, hopper, webern, cage, feldman,
yan yana nasıl tınlıyorlarsa...
tarr, jost, godard, tarkovski, liang, angelopoulos, bresson, quay’ler, svankmajer, menkes, herzog, ivens, vertov, marker da işte öyle. . .
ğ .
uzun plan, sinemasal zamanı gerçek zamanla eşleştirir.
bu, montajın plan içinde gerçekleştirilmesidir. geriye sadece kes yapıştır kalır.
uzun planın taşıdığı ‘ yabancılaştırma efekti ’ özelliği bizi montaj teorilerinden
çok brecht’e yaklaştırır.
h .
warhol, lichtenstein ....
pop ve dekoratif sanattan tiksinti !
ı .
“ ve “,
ne güzel bir tümce
kadikoy - istanbul
a .
what generates video is television (tape) with its own broadcast logic.
television gets into private (!) spaces, and hunts person
confined in her/his home. this is not the same as cinema
meeting people in theatre. person goes to street after cinema, and
to sleep after television. keeping mind capitalist logic of distribution,
it must be noted that it is not to same to rent a film and watch it at home.
therefore, the first issue required to be discussed by video
is television. ‘zapping’ is not making choices, but wandering in
limited data drained through an ideological filter.
video must break free from mentality of television.
b .
the fact that video can facilitate movement thanks to its
quality of being easily accessible and portable may lead to
misinterpretation of speed.
“it is possible to be late due to speed”.
c .
video possess a potential to change modes of production and democratize cinema.
ç.
video possess the potential to break down capitalist distribution monopolies.
d .
any nonsense, boredom, meaningless plans to be brought by video
are preferred to harmful insects.
for now.
as for the discussion to start later, here it goes:
“limits of our language are the limits of our world.”
e .
advertise(r)ment brings her/him/itself into being by creating an illusion of lack.
those lacks never to be completed, always having a
‘never’ version that we are confronted!..
art is not an object that balloons illusion of lack created by
advertisement with sense of ‘envy’, and makes itself
sold to us when we are unable to find the chance to think over.
video, must take the required floor in such a showdown.
f .
even the simplest sentence not serving to the system bloats becoming.
‘transgression' requiring a process is the child of ‘becoming’.
attention must be paid to video’s sentence.
g .
just as the way following makes one think: schwitters, duchamp, soulages, arslan,
bacon, rothko, orhon, dubuffet, tanguy, mondrian, malevich, kossuth,
lissitzky, hopper, webern, cage, feldman,
mallarme, jabes, celan, ırgat, dağlarca, o. bener, faik, uzun, erbil, karasu,
beckett, kafka, artaud, marx, deleuze, levinas, clastres, stirner, said,
negri, heidegger, nietszche, stoppard, brecht, tatlin, giacometti…
so do the following: jost, tarr, godard, tarkovski, liang, angelopoulos, bunuel,
bresson, ozu, loach, herzog.
ğ .
long shot makes cinematic time correspond with real time.
this is editing within the plan.
remains only cut-paste.
long shot’s quality of ‘alienation effect’
makes us approach to brecht than theories of editing.
h .
warhol, lichtenstein ....
disgust against pop and decorative art !
ı .
“ and ”
what a beautiful sentence !
uygar asan
kadıköy / istanbul
translated by: nilay kacar
nedir, “sonsuzluğun öteki saatlerinde de bu böyle sürüp gidiyordu”
diyen lautreamont’un kastettiği?
nedir, ece ayhan’ın şiirinde “düğüm”e dair olan?
nedir, ‘yürümeyen’ evlerin o kapalı düzeninde?
sahi, nereden başlanır bir “düğüm”ü çözmeye?
what is it that lautreamont means when writing
“and so it continues, for all the hours of eternity”?
what is it concerning the “knot” in ece ayhan’s poetry?
what is it that goes wrong in that hidden world of families?
truly, from where shall a “knot” started to be loosed?
11. osian’s cinefan film festivali / yeni delhi - hindistan
düğüm, festival katalog yazısı
aşırı baskı altındaki bireyin durumunun, insanı, hayata dair her şeyin geçici, iğreti ve anlamsız olduğu sonucuna sürükleyebilir olması. bu nedenle en kutsal olanın da, insan hayatının da vazgeçilebilir olduğu sonucuna. aşırı bir yaşama korkusuna tezat oluşturan hayatın karmaşasının pratikte bir araya gelmeyişi, zaman zaman benliği baş başa bırakır hissizlikle. eylemle eylemsizlik arasında kararsız kalışla. o kararsız kalış ki ironik biçimde, akan saf algı görüntüsünü doğuran. gördüğü şeyi ilgiye göre sınıflandırmaya çalışmadan algılamaktan ve düşünmekten kurtulmuş bir görüş. popüler melodram mantığına karşı. bununla beraber, televizyon melodramı yıllarının dijital algı görüntüsüni kullanarak. beş ya da altı ruh halinden biridir kişinin böylesi psişik bir karmaşada geçtiği. birbirinin peşi sıra staz (hareketsizlik) ve çalkantı. tezat oluşturan öğelerin aşırı sabitliğiyle başlayıp, akışa yol açan öğelerin çatışmasından geçerek, tek yönlü verilen bir kararın sabitliğine varış. melankolinin içinde girişilen yolculukla birbirinin içine geçen hareketlerin, yüz ifadelerinin ve jestlerin karmaşık ve müziksel sıralaması. filmin melankoliyi olduğu gibi, dolayısıyla da açık uçlu sunuşu. melankolinin içinde, şans eseri ve büyük bir zerafetle kaçınırız sıralamayı izlemekten…
dr. kaushik bhaumik
çeviren: nilay kacar
11th osian’s cinefan film festival / düğüm (knot)
that in the case of individual can in extreme repression lead to one concluding that all in life is provisional and meaningless. hence the most sacred is dipensable too. human life too. the chaos of the world contrasted with extreme dread of life not coming together in its practicalities splits the self into numbness from time to time. the inability to decide between action or passivity. ıronically giving birth to the pure perception image in drift. sight freed from reasoning and perceiving without trying to classify what it sees according to interest. against the logic of popular melodrama. and yet, a digital perception image emerging from years of televisual melodrama. one amongst five or six states of the mind one goes through during such psychic tumult. stasis and turbulence alternate throughout. we begin with extreme stasis of elements of contradiction pass through conflict between the elements leading up to drift and finally the stasis of decision made in one direction. complex musical lines of movements, facial expressions and gestures intertwined through the passage through melancholia. film representing melancholia as it is and therefore open-ended. ın melancholia, it’s by chance, by sheer grace that we avoid the thread…
dr. kaushik bhaumik
istanbul uluslararası film festivali, 2009
…
diğer filmleri tartışmaya çok yer kalmasa da, hd ile çekilmiş, uygar asan’ın knot-düğüm filmi bahsedilmeyi hak ediyor, çok mütevazi yapım ve teknik değerlerinin arkasında düzeyli bir gerilim ve ciddiyeti tutturmayı başarmış. minimal diyaloglar ve oyunculukla, oğlun hiç görmediğimiz ama ataerkil otoriteyi bir şekilde temsil ettiğini bildiğimiz ölmeye yakın bir babayla geçirdiği yalnız ve ızdırap dolu günlerini kayda geçiriyor. filmin son planında oğlun can çekişen ruh haliyle yatak odasına yavaşça yürümesi ve tahmin ettiğimiz gibi babasını öldürmeye niyetlenmesi oldukça ürpertici. ilk filmi kış bahçesi, -türkiye’de ilk dijital çekilip dijital gösterilen film- olan yönetmen rahat ve usta biçemiyle, bize değişen ve gelişen teknolojinin geleceğin sinemasını etkileyecek olmasına rağmen, film yapmanın en önemli öğesinin zeka ve bir auteur duyarlılığı olmaya devam edeceğini gösteriyor.
tony pipolo
***
istanbul international film festival, 2009
…..
while space does not permit extensive discussion of other films, it is worth mentioning uygar asan’s knot, shot in hd, which achieves a level of tension and seriousness belied by its modest production and technical values. with minimal dialog and acting, it chronicles a son’s lonely and tortured days watching over a dying father whom we never see but who somehow stands for patriarchal authority. the final shot of the son emerging from his moribund state and walking slowly towards the bedroom where we know that he intends to kill his father is chilling. the director, whose debut feature, winter garden, was the first turkish film shot and screened digitally, demonstrates a comfort and mastery of the form that confirms that, however changing technology affects the future of cinema, the most important element in the making of motion pictures will still be the intelligence and sensibility of an auteur.
tony pipolo
http://www.cineaste.com/articles/istanbul-international-film-festivalweb-exclusive
cast & credits:
sezgin cengiz
ayşegül akbulut, emre saka, murat vanlı
sound: uygar asan
executive producer: çağdaş asan
art director: uygar asan
editing: pınar asan & uygar asan
director of photography: uygar asan
producer: anita sezgener & uygar asan
written & directed: uygar asan
2009, 71 minutes, digital betacam
20th
28th
11th osian’s cinefan film festival / in competition - new delhi/india- 2009
3. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / up to 10.000$ bucks competition, 2010
dağıtım:
yesil karınca
video düş laboratuvarı
www.yesilkarinca.com
"kış bahçesi”nden sonra, "kabuk" yönetmen uygar asan’ın ikinci uzun dijital sinema çalışmasıdır.
‘kabuğuna çekilmek’, ‘kabuğunda yaşamak’, ‘yabancılaşma’ dediğimiz zaman
anlatmaya çalıştığımız şey tam olarak nedir?
“kabuk”un kahramanı burhan’ı uyumsuzlukla, beceriksizlikle suçlayarak
kestirip atabilir miyiz konuyu?
burhan, seçen midir, içeri itilen mi? nereden başlayabiliriz durumu anlamaya ?
başka bir deyişle “kabuk”, ‘kabuğunda yaşamak’ sorununu mercek altına alırken
baba -iktidar, yabancılaşma gibi kavramlara da uğrayan ve durumun sadece
kişisel bir açmazdan kaynaklı olup olmadığının sorusunu da soran bir ağ kurmaktadır.
what is that we exactly want to mean when saying expressions and concepts such as
‘creeping into one’s own shell’, ‘living inside the shell’, ‘estrangement’?
it weaves a net around the concepts of patriarchy-power, lack of communication and
estrangement.
ayşe bayramoğlu, tolga iskit
barış atay mengüllüoğlu, emre saka, tolga yeter
yönetmen yardımcısı: pınar asan
ses / müzik: tolga çelik
ses asistanı: gökhan güçtekin
sanat yönetimi: anita sezgener / nilay kacar
kurgu: uygar asan
görüntü yönetmeni: uygar asan
yürütücü yapımcı: anita sezgener
yazan & yöneten & yapımcı: uygar asan
yapım yılı & süre: 2007 & 100 dakika
format: dijital betacam
ilk gösterim: 9 ekim 2007
yer aldığı festivaller:
27.
19.
49. selanik uluslararası film festivali / çağdaş türk sinemasına saygı bölümü, 2008
2. cinemacity film festivali, novi sad-sırbistan / türk sinemasına saygı bölümü, 2009
2. slow film festivali, eger-macaristan, 2008
festivals:
19th
27th Istanbul Int’ Film Festival- Turkey 2008 (out of competition)
49th
-Tribute to Contemporary Turkish Cinema- Greece 2008
2th Cinemacity Film Festival / Respect to
2th Slow Film Festival- Eger/ Hungary-2008
not:
kabuk, kültür bakanlığı senaryo yazım ve geliştirme fonundan yararlanmıştır.