10 Mayıs 2010 Pazartesi

1995'den iki yazı


kısa film: sağ kalma alanımız

uygar asan


Julio Cortazar öykü ve romanı bir yazısında boksa benzetmişti.

Roman diyordu, puan ala ala kazanır, öykü nakavt etmek zorundadır.

Sinemaya taşıyorum bu benzetmeyi: Uzun metraj puan ala ala kazanır,

KISA FİLM NAKAVT ETMEK ZORUNDADIR.

Genelde sanat, özelde sinema ve giderek kısa film sağ kalma alanımız.

Yaşamın anlamı buradan (tam içinden) kurulacak cümlelerle yakalanacaktır.

Sinema dilini kurmak için bir alıştırma alanı değildir kısa film.

İnsanlara doksan dakika anlatacak bir şeyi olanları (herkesi değil!)

saygıyla selamlayacağız. Ama biz sözümüzü hemen ve kısaca (yoğunluğuyla)

söyleyeceğiz.

Siz Pazar yerinde dibinden geçtiğimiz, siz aynı otobüste yolculuk yaptığımız,

gerçekte gidecek yeri olmayan ve sürükleyip duran sinirden şişmiş damarlarını;

Ece Ayhan’dan yola çıkarak söylüyorum: Babalar, babalıktan çekilmeyi

hiçbir zaman kabul etmediler. Bize düşen evlatlıktan çekilmektir.

Evlatların evlatlıktan çekilme alanıdır kısa film. Oluş’tur sığınmayı reddederek.

Şunu söylemişti bir yerlerde Stendhal: “Güç kanın sıkıştığı yerdedir”.

(yayımlandığı yer: Antrakt Dergisi, “Kısa Film” adlı ek dergi, Ekim 1995, Sayı: 1)






ŞİİR-KISA FİLM

İKİNCİ DENEME

Uygar Asan


Çok değildir ama yine de rastlanılır şu başlıklara: Şiirsel sinema; Şairler ve sinema.

Ne yazık ki bunlarda konusunu didik didik eden oylumda değiller, en azından

Türkçe’de. Bir yöntem araştırması için şiire yaklaşma (kısa film odaklı) ise hiç söz konusu edilmedi galiba.

Kısa film dergisinin ilk sayısında yayımladığım ilk yazımda şunu söylemiştim:

Kısa film nakavt etmek zorundadır.

Yöntem araştırması adına şiire bakıp ikinci bir cümle kurmaya çalışacağım

burada (Özellikle kısa şiire yönelerek).

Bilinir kısa şiir yazmak zordur (her has sanat yapıtı içinde söylenebilir bu,

ama merceğin altında kısa şiir var şimdi)

Burada seçtiğim örnekleri kısalığı ile zıt bir derinlikte olanlar.

Civa yoğunluğunda ve şiir adına coşku verici olanlar.


(1715-17839 Yılları arasında yaşamış olan Japon şair Tanuguçi Buson’dan

ilk örneğimiz.

ÜRPERME

Birden bir ürperme

odamda ölmüş karımın

ayağıma takılan tarağı


Bir başka örnek (1888-19709 Yılları arası yaşamış Guiseppe Ungaretti’den

SONRASIZ

Biri koparılmış öbürü verilmiş iki çiçek

arasındaki

o anlatılmaz hiçlik


Ve son örneğimiz 1914 doğumlu İlhan Berk’ten

AĞIZ

Kan içindeydim, ağzım ordaydı.


Onlarca imgeyi, öyküyü ardında saklayan şiirler bunlar. İlhan Berk günlüğünde şunu yazıyor: Ses şiiri üstünde çalışıyorum yine. Bu sabah iki dize attım. Böylece atılan dizeler dört oldu. Ses tamamdır. (Berk, kısa şiir için söylememiş sadece bunu, genel şiir anlayışı bu.) Şiirde ritmin, yoğunluğun oluşturulması için kaçınılmaz uğraş. Ulaşılan sonuç altın bir denge, bir kelimenin atılması ya da değiştirilmesi şiirin yalpalaması olacak. İşte kısa filme taşınılması gereken bu yöntem olacak. İlhan Berk’in işaret ettiği anlamda.

Gevşeklikten uzak ritmi oturmuş, kısaca sıkı örülmüş bir sinema. Eksiltilerek oluşturulmuş bir yaratı. Yoğun fazlalıksız, nakavt eden. Şimdi ikinci cümlem:

Kısa film eksiltilerek yaratılır. Ve bu bir matematik işlemi değildir.

(yayımlandığı yer: Antrakt Dergisi, “Kısa Film” adlı ek dergi, Kasım 1995, Sayı: 2)



not:

yukarıdaki iki yazı, 7 subat 1995 yılında yayımladığım "tarkovski'den kalan" adlı ve tarkovski'nin "zaman zaman içinde" adlı kasım 1994 yılında ilk kez türkçeye çevrilen kitabı üzerine yazıp yayımladığım yazıyla birlikte benim ilk sinema yazılarımdan (belki ileride onu da bu bloga alırım).

ayrıca “Kısa Film”in birinci sayısında benim ilker canikligil ile onun kısa filmi “ağaç” dolayısıyla yaptığım ve başka konulara da uzanan bir söyleşim yayımlanmıştı. kafamdaki ikinci ismin nur akalın olduğunu hatırlıyorum. ne yazık ki “Kısa Fim” adlı ek dergi kısa ömürlü oldu ve ben söyleşiyi yapamadan kapandı.

yukarıdaki iki yazıya ek olarak bu serinin bir üçüncü yazısı daha vardı, üçüncü sayı için orjinalini artun’a teslim etmiştim, o günlerde antrakt dergisinin bürosunda kayboldu, bende de herhangi bir kopyası yoktu yazının. şimdi ne yazmış olduğumu kabaca bile hatırlamıyorum.

bu iki yazıyı kendi bireysel tarihime işaret etmesi anlamında önemsedim ve yazılardaki imla hatalarına bile dokunmadan yayımlandıkları şekilde buraya almak istedim.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder