25 Kasım 2013 Pazartesi



       (soğuk)


         9



uyku gelir. telefon gelir. kim bakacak şimdi. kimse.
kendimi tüketiyormuşum; ne yapsaydım yani. sabah,
gözler buğulu. çaaat! yumurta düşer. düşerse düşer,
kapıyı kimse çalmaz ama; uydur, dağıt,
sızlan, yalvar, düş, ağla, kendini kırma!
yani ne aslın varsa gör!
çarpma işte şu duvara dedim. elli kere söyledim,
söylemedim mi? beton bağımlılığı, ha ha!.
şimdi ben olmak var tunne.
nilgün marmara’nın evinin önünden geçtim, kapıyı çalmadım.
siz hiç 5. katın balkona çıktınız mı? çıksanız
içiniz acır. duyuşuna aşinayım diye onun hayatına sızacağım
mı sandınız; ancak kendine bi hayat kuramayan
başkalarının hayatına sarkar. ben hiç öyle biri olmadım
söylemem lazım. açmak istediğim telefonlar oluyor.
olmuyor mu? oluyor. hissediyorum, beni anıyor, yan yana
gelsek yaralarımıza üflerdik. kendimi tutuyorum.
yok, çok geç! rüzgar şimdi başka kumu kaldırmakta.
kimseyi şimdi yarama üfleyen rüzgar yapamam ben,
altında kemiklerim takırdar. şimdi görmeyen sonra görür,
o yüzden hayır!
 bi de herkesin derdi beni gerdi cümlesi var. toplum bireyden
daha mı önemlidir diye sormuştum on yıl önce; vaaay sen misin
bunu soran hem de şu haline bakmadan ha? sanki dünyanın
en ayıp şeyini sormuşum gibi, telefonlarım çalmaz oluverdi.
bi de şu halim ne demekse... şimdi bu tepkicilerin ikisi devletle el ele.
sıra üçüncüde, yakında gelir haberi. dördüncüsü karısını dövüp
duruyor hiç içeri almıyorlar. beklediğim telefon başka. karıştırmayın.
hani şu benim geç geldiği için açamadığım, yine gelsin dediğim;
bir dilek işte. lacan dedi ki "toplum bireyden daha önemli değildir,
daha önemsiz de değildir ama"; hepsi bu yahu. bi daha yazayım, hepsi bu!
ben ölürsem toplum mu ölür, ha? karıştırıyorum sanıyorlar,
yok öyle bi şey. bastırdıklarınızı okuyorum. utanmadan
bi gün biri sofrada “varlık en karanlık kavramdır” diyen heidegger’den
alıntı yaptı. olamaz, bi insan bastırdıklarını böyle zavallıca mı
entellektüelize eder; hiç mi bi şey anlamadın, nedir şimdi
bu çarpıtma. bırak onu, şu zavallı ah.so. görmediği
bir film üzerine karşı tarafa “duyduğum kadarıyla kötüymüş”
diye yazabilmiştir, dedikodu tonunda. böyle ‘bilgi sever’ olunuyor işte,
yutturur tabii bu sığlıkta. çok sonraları duydum, biri bi gün birine demiş ki:
“ah, nasıl sorunlu o zavallı bi bilsen!”. “bir gün senin günlüklerin de
yayımlanır da herkes öğrenir durumu”. “ama” demiş sonra,
“ölümünden sonra yayımla o sayfaları lütfen de cevap bile veremesin!”

bu çocukluk yaralarıyla normaldir bu donma. iyi de bu kelimeyi
tanımlayın diyorum, çıt yok. yahu, tanımlayın şu ‘normal’
kelimesinin anlamını diyorum, duymadınız mı? çıt yok!
 senin vücudun güzel dedi bana, sonra öptü beni. en çok ani öpülmeyi severim ben.
ben de seni öpersem bu duygularına karşılık vermek anlamına gelir mi diye sordum.
o bi şey demedi, ben de öpmedim. karışmayan iki su. oysa vücudun güzel
demesini sevmiştim. olmasa n’olur ki, o da ayrı tabii. birine iltifat
ettin mi hemen seni hayran kitlesine davet edenlerden biri değildi o.
ben de değilim. insanı duygularına karşılık vermek anlamına
gelmeden öpemez miyim ben yani diye düşündüğüm oldu sonra,
ne bileyim!...

robert ryman bi gün maleviç’e rastlar. bu “düğün”dür, çok açık.
işte bu anlamda kaç kişinin hayatında düğün vardır ki?

ben ölürsem yoksa siz mi ölürsünüz? ölmezsiniz.
siz biliyor musunuz bu arada mezarlık fiyatlarını. somut konuşun
ölüme dair dediydim, aman dedilerdi çok karamsarsın. sizin
aydınlığınıza tercih ederim gerçeği diyecek olduydum ben de,
gene aynı şey, bi daha aramadılar. sanki ölmeyecekler!

yani şiiiiimdi bu ne tür bir eziklik yarattığınız.
leke gibi bir yük. benim hiiiiiç yurdum olmadı.
hani çoooook yağar derler ya londra’da yağmur.
ben şimdi kalkıp yerleşsem londra’ya hani işte yunmak için,
içimdeki cesettttte yıkanır mı, sanmam. laf işte.

kendimi hiç evden çıkartmadan kendime sürdüm.
içtim, kanım yandı. duvara baktım canım yandı.
uzakta biri beni andı.


uygar asan
 yaz, 2011



ilk yayımlandığı yer:
2 aralık 2011'de 'açık hava blog'








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder